23 Nisan 2015 Perşembe

Bölüm I: Yakın Çağda Kürt Adını Alan Dağlı Türklerimiz








Bölüm I: Yakın Çağda Kürt Adını Alan Dağlı Türklerimiz


Doğu illerimizin çeşitli bölgelerinde ve en çok dağ eteklerinde, sarp ve arızalı arazide ve yüce dağların çevirdikleri ova ve zengin yaylalarda yaşıyan ve bu gün çiftçilik ve koyunculukla geçinen eski Türk ve Türkmen aşiretler, bu gün Kormancı ve Zaza dilleriyle söyleştikleri için bunlara Kürt denilmektedir. Gerçekten Türk soyundan olan bu dağlı Türkler hakkında ilk önce genel tarihlerin ve bilginlerimizin görüşlerini inceledikten sonra, uzak ve yakın çağ Türkleri bakımından bunları çeşit şubelere ayıracağız.

Türk en az yedi bin yıldanberi Otokton ahali olarak iç ve doğu Anadoluda yerleşip buraları kendilerine yurt edindikleri ve bu halka ait medeniyetin İsa'nın doğuşundan 4000 yıl önce başladığını (Türk tarihi ana hatlar) adlı gerçek tarihimiz, çok kuvvetli olarak ispat etmiş, tarafsız ecnebi tarihleri ve doğu Anadolu-Kafkas ilmi heyeti; doğu illerimizin ve Kafkas sakinlerinin yedi bin yıl önceden Türk ve Turani olduklarını belirtmişlerdir.

Gerçekten Yavuz Sultan Selim çağında Kürt diye vasıflanan bu dağlı Türk kardeşlerimiz ayrı ayrı şubelere mensup uzak ve yakın çağ Türkleridir. Doğu illerimizdeki bu dağlı Türkler, boy bakımından üç şubeye ayrılmışlardır. Baba - kürdiler, Kormancolar, Zazalar.



Biz, bu şubelerden ilk önce Baba-kürdilerin tarihlerini ele alalım.

Ahmet Refik umumi tarihi, Baba-kürdilerin iki bin yıl milattan önce Van gölü, İran, Irak hududundaki dağlarda yaşıyan Kussilerin ahfadından olduklarını ve bunların Asurilerle çarpışarak birkaç muharebe kayıt ettiklerini yazmakta ise de, Ahmet Refik'in "Kussi" dediği bu halkın Hatti-Hitit Türklerinden kopan Halti'ler olduğunu ve milattan binlerce yıl önce Orarto havalisine yerleşip, Toşpa-Van şehrinde büyük bir Türk hükümeti kuran bu halkın Asurilerle 17 büyük muharebe yaptıkları, bu gün açılıp okunan Asur kitabelerinden anlaşılmıştır. Bu hükümetin ülkesi olan Ororto, bildiğimiz gibi Milattan altı yüz yıl önce doğuya gelen Ermeniler tarafından istila edilmiş. Ermeniler bu Türk halkıyla birlik olarak bir hükümet kurmuşlardı. Ermeni hükümetinin Romalılar tarafından sona erdirilmesiyle, İran hakimiyeti altına giren Halti Türklerinin Lohorto-Kurtbaba şubesi İran dilini öz Türkçelerine karıştırıp serhatlerin sert ikliminde Türk, Acem ve çeşitli dillerden topladıkları bir Kormanci dilini meydana getirmiş ve Kurtbaba şubesi, sornadan Baba-kürdi namını almıştır. Bu şubeye mensup halkın bir kısmı; bugün İran'ın güney hududiyle Kerkük ve Süleymaniye'nin dağlarında, ve doğu illerimizin Pervari, Gavaş, Şemdinan, Cizre, Hizan, Beşiri, Garzan, Sason ve Muş dağlarının bir çok kesimlerinde oturmaktadır.

Kitabımınızın dokuzuncu bölümündeki tarihi olaylar arasında, yerlerinden ve ayrıldıkları kabile ve boyları; bu günkü mezhep ve tarikatları hakkında bilgi verdiğim bu şubeye mensup bütün aşiretlerin ecdadı olan Halti Türkleri, ilk önce milattan binlerce yıl evvel Çin'in şimalinden, Hatay'dan gelip, iki Zap nehriyle Van Gölü, Ağrı - Kafkas dağları eteklerine kadar yayılan Orarta havalisine yerleşmiş, yukarıda yazdığımız gibi Toşpa şehrini hükümet merkezi yaparak asırlarca Asurilerle çarpışmışlardı.

Haltiler bir aralık, Anadolu'da ; Boğazköy, Kargamış, Ankuva-Ankara da büyük bir imparatorluk kuran Hitit-Eti, hükümetiyle müşterek bir idare kurup Kafkas dağlarından Sakarya'ya kadar geniş bir ülkeye hüküm etmişlerdir.

Haltiler; sonradan Ermenilerin idareleri altında sıkışarak milli birlik ve dillerinden pek çok şey kayıp etmiş, Ermeni kırallığının çökmesiyle bir müddet Orarto bölgesinde ve doğu illerimizin dağlarında toplu bir varlık gösterip durumlarını düzeltmişlerse de, Partlarla İranilerin savaşlarında İran'ın hakimiyeti altına girip yüz yıllarca Acemlerin hırs ve dili içinde ezilerek, öz Türkçe dillerini Acem ve sair dillerle doldurup milli benliklerinden uzaklaştırılımışlardı.

Halife Ömer çağında, İranilerle Araplar arasında yapılan meşhur Kadisiye savaşından sonra Arap orduları İran ülkesini baştan başa istila ederek, Halti Lohorta dağlı Türkleri Acemlerin idaresinden kurtarmış, bu halk yıllarca doğunun sarp dağlarında Arap ordularına karşı savunmaya başlıyarak en son Araplara teslim olup, bu dağlarda çeşitli beylikler ve ağalıklar halinde yaşamıştı.

Doğunun ıssız dağlarında İslamiyeti kabul eden bu halk, haydutluk hayatına pek fazla bağlanıp din ve İslamiyetten pek az bilgiler edinmiş, ve bu az bilgileri ve İslam dinindeki Arapça kelimeleri, bir ziynet olarak kendi dillerine almış, Türkçe, Acemce, Arapça ile karışık bir Kormanci dilini konuşmuşlardı.

Haltiler, Abbasiler ve Selçukiler devirlerinde bazan kendi hudutlarını geçmemek üzere bu devletlerin ordularına karışmış ve fakat daima yerlerinin sarplığından faydalanarak, ve kendi kabuğuna çekilerek haşin bir aşiret sistemi altında ve bazan bir birleriyle kanlı boğuşmalar yaparak yüz yıllarca yaşamışlardır.

Osmanlı Padişahları doğu illerine el uzatırken, Halti-Lohorto dağlı Türklerin o gün konuştukları Kormanci dilini ve onların hayat ve haydutluklarını ve bu aşiretlerin birer derebeyi kuvvetlerini gözönünde tutarak bunları Şah İsmail'e ve Alevi Türk kabilelerine karşı bir silah gibi kullanmışlardı.

Yavuz Sultan Selim, 1514 yılında Şah İsmail ordusunu Çaldıran ovasında yenip doğu illerimize dönerken, İdris-i Bitlisi'nin (1) delâletiyle Halti-Lohorto, dağlı Türk aşiretlerinin resilerini huzuruna kabul ederek, bunların başları olan "Kurtbaba" aşiretine Baba-kürdi adını takmış. Bunları çeşitli derebeyliklerine ayırıp "Kürt" namı altında teşçi ederek Şah İsmail ve Şiiliğe cephe almalarını sağlamıştı. Doğu illerinin yüce dağlarında bu şekil imtiyaz aytında bağımsız bir hlade istediğini yapan bu aşiretler, tamamen milli birlik ve Türklük duygusundan uzaklaştırılarak, kendilerini gerçekten Kürt ve Baba-kürdi sanmışlardı.

Yavuz Sultan Selim devrinden önce yazılmış tarih ve haritalarda; doğu illerimizin yukarı kısımlarına "Orarto" denilmekte iken, Yavuz'dan sonra yazılan tarihlerde bu Türk yurduna; Kürdüstan, buradaki Türk halkına da Kürt diye aslı astarı olmayan bu hayali adlar takılmıştı. Bu sahte adlar altında inleyen doğu illerimiz bütün Osmanlı padişahları devrince, yabancılığa sürüklenmiş, Türk milli birliğinden uzaklaştırılmış, bu illerdeki Türk halkı felâketten felâkete sürüklenmiştir.

Yavuz Sultan Selim doğu seferinden Anadolu'ya dönerken Baba-kürdilerini takviye etmek için ve onları Şah İsmail'e ve Şiiliğe karşı koyacak bir üstünlüğe çıkarmak için, iç Anadolu'dan bir çok Türk aşiretlerini kaldırıp doğu illerimize göndermişti. bu yakın çağ Türk aşiretleri doğu illerinde yerleştikten sonra Baba-kürdilerle kaynaşıp öz Türkçe dillerini ve milli varlıklarını aşiret ve Kürdüstan ünvanına feda edip "Kormanco"lar adını almışlardı.

Kormancolar, yukarıda açıkladığım gibi, Çaldıran zaferinden sonra Yavuz Sultan Selim tarafından iç Anadolu'dan kaldırılıp doğu illerimize gönderilen yakın çağ Türk ve Türkmen aşiretleridir.

Yavuz Selim, İdrisi-Bitlisi'nin önderliğiyle Halti-Lohorto, Kurt-baba dağlı Türklerine Baba-kürdi ve doğu illerimize de Kürdüstan adını taktıktan sonra, Anadolu'ya dönmüş, Konya, Karaman, Teke, Ankara, Kayseri bölgelerinde göçebe bir halde dolaşan Millan, Berazan, Karakeçi, Cibran, Hasenan, Sipkan, Hayderan, Zİlan, Celali aşiretlerini Viranşehir, Varto, Muş, Hunıs, Eleşkirt, Patnos, Ağrı, Erçiş, Van oylumlarına göndermiştir. Bu yakın çağ Türk aşiretleri Baba-kürdi şubesiyle birleşip Şah İsmail'e ve doğu illerindeki Alevi aşiretlere karşı kuvvetli bir cephe kurmuşlardı. Yavuz, bunlardan başka o çağda Sason, Motki, Çapakçür gibi sarp dağlarda yaşıayn Part Türklerinin Zaza-dümbeli şubesine mensup kabileleri de bu kuvvetlere kattırmıştı.

Anadolu'dan doğu illerine kaldırılan bu Türk ve Türkmen aşiretler; yarım asır sonra, Kürdüstan adının ve derebeylik ünvanının verdiği gurur içinde Kürtlük ve aşiret beyliğinin şöhret ve hevesine dalarak, aşiret resileri kendilerine Arap ve eratına Kürt demiş ve Baba-kürdi şubesiyle kaynaşıp öz Türkçe dillerini bunların Kormanci dilleriyle karıştırıp, bunların dilinden daha sade ve yarısından fazlası Türkçe olan bir Kormanci diliyle konuşup kendilerine de "Kormanco" ünvanını takmışlardı.

Kormanco şubesine dahil olan bu yakın çağ Türk aşiretleri de , Baba-kürdilerden Şafii mezhebini almış ve bir asır sonra da bunların bir kısmı Nakşi tarikatın Zaza - dümbeli şubesinin şeyhi olan Palolu Şeyh Ali'den almışlardı. Bu şubeye mensup bütün aşiret ağaları Zaza ve Baba-kürdiler şubelerinde olduğu gibi, kendilerini Halidi Seyyit, Abbasi sülalesinden sanmış ve bu suretle aşiret eratından daha yukarı bir mevki elde etmeye çalışmışlardı. Bu aşiretler bütün Osmanlı Devleti çağında birer derebeylik halinde yaşamış, tanzimat devrinde bunların dizginleri ele alınıp kanuna itaat ettirilmiş, istibdat devrinde iç bütün çığrından çıkmış, Sultan Hamit, tanzimat Türklerine ve ittihatçılara karşı koyabilmek için yalnız "Kormanco" şubesinden 36 Hamidiye aşiret alayını kurmuş, bin ikişer yüz atlı mevcutlu olan bu alaylar ve bu yakın çağ türk aşiretleri ikinci bir defa Sultan Hamit tarafından Kürtlük fikriyle zehirlenmiş, bu tarihten sonra bunların Türklük hakkındaki duyguları tamamen silinmiş, onlar kendilerine Sultan Hamid'in Kürtleri diye övünmüşlerdi.

Doğu illerinde 36 bağımsız derebeylik halinde kurulan bu Hamidiye Alayları Sultan Hamid'in amasız siyaset ve istibdadiyle sarhoş olarak diğer şubelerdeki aşiretlere ve doğu illerindeki Alevilere, şehirli ve çiftçi halka ve hatta birbirlerine saldırıp, yıllarca aşiret kavgalarında yüzlerce Türkün kanını akıtmışlardı.

Kitabımın dokuzuncu bölümünde gelecek tarihi olaylar arasında açıkladığım gibi Mil ve Zil Partilerine ayrılan bu şubedeki aşiretlerin Mil partisi, şeyhleri olan Şeyh Sait'le 1925 irtica hadisesini vücuda getirmiş ve Zil partisi de Zilan ve Ağrı'da isyan etmişlerdi. Bu şubeye mensup aşiretler, Viran-şehir, Ergani, Suruç, Varto, Bulanık, hınış, Karayazi, Tatoş, Karhova, Muş, Patnos, Eleşkirt, Ağrı, Eriç, Malazgirt il ve ilçelerinin birçok kesimlerinde oturmaktadırlar.



Zazalar

Milattan yarım asır önce Bahteriyan ve Belh havalisinden İran'a Part Türkleri, bugün Zaza-Dümbeli dediğimiz dağlı Türklerin atalarıdır. Zazaların bir kısmı da "Eti" Türklerinden İran hudutlarına çıkan boylara mensuptur.

Part Türkleri ilk önce İran, Midya, Babil'i almış hatta Ermeni veliahtı ikinci Dikran'ı esir götürmüşlerdi. Bunlar bir müddet sonra yerlerine çekilip giderken, bunlardan birkaç kabile Halti Türkleriyle İran arasındaki bölgede kalmış ve İran toprağına yerleşmişlerdi. Bu Türkler, bir taraftan kendi ırkdaşları olan Halti-Lohorto dağlı Türklerle işbirliği yapmışken diğer taraftan İranilerin içtimai hayatına katılmış. Acemlerin dil ve kültür çokluğu karşısında sarsılarak kendi dillerini Acemce ile doldurmuşlardır.

Bugün yüzde altmışı Acemce ve arta kalanı Türkçe ve diğer dillerle kurulmuş bir Zazaca ile konuşan ve Zaza, Dümbeli, Yezidi adlariyle adlanan bu eski Türk halkı, tarihin her devrinde çok yiğitçe davranmış yıllarca Acemlerle savaşmış ve Kadisiye savaşından sonra İran'a giren Arap ordularıyle şiddetli çarpışmalar yaparak İrani serhatlerinden doğu illerimizin Sason, Motki, Çapakçür gibi sık meşeli sarp ve yalçın dağlı arazisine sığınarak burada barınmışlardı.

Zaza şubesi son zamana kadar Arap hars ve dilinden uzak yaşamış ve İslam dininden pek az şey bilmiş, bu korkunç dağlarda kendi başlarına yaşamışlardı. Yavuz, Çaldıran zaferinden sonra bu şubeye mensup aşiretleri de Baba-kürdi şubesi ağaları vasıtasiyle elde etmişti. Bu halk bu tarihten sonra civarındaki Baba-kürdi ve Kormanco şubeleriyle temasa gelerek Şafii mezhebini kabul etmiş, bu sarp dağlardan kopan birçok Zaza kabileler, Ergani, Maden, Siverek, Palo, Mardin, Hazzo, Loce, Genç, Diyarbakır bölgelerine yayılmışlardır. Bütün Zazalar; H.II-inci yüzyılında asi Şeyh Said'in dedesi olan Palolu Şeyh Ali elinden Nakşi tarikatını kabul ederek bu aileye mürit olmuşlardı. Şeyh Ali bunlarla beraber tarikatını Kormanco şubesinin Mil partisine de aşılamıştır.

Arap orduları önünden dağılan Part Türkleri (Zazalar) şubesinden ayrılan Yezidiler; o çağlarda doğu illerinin serhatlarından güney doğuya geçerek, cenupta Sincar dağlarına , Alagöz dağlarıyla, Karabağ ve Şengâl ovalarına yayılmış ve bunlar son zamana kadar Arap ordularına ve İslamiyete karşı koydukları için bir türlü İslam dinini kabul etmeyip Yezidi namını almışlardı.

Doğu illerindeki aşiretlerin birçoğuna Zaza ve Dümbeli şubesine, Şafii ve Nakşiliği aşılayan Palolu Şeyh Ali, Melekan ve Çan şeyhleri, Zaza oldukları için bu şubenin şeyh ve ağaları bu manevi üstünlüğe kapılarak kendilerini diğer iki şubedeki aşiretlerden daha kutsal bilmiş, bunlar kendilerini "Halidi" ve "Abbasi" diye vasıflandırmış ve en son bu zehirli fikirler altında birleşip şeyhleri olan Şeyh Sait'le Milli Hükümete karşı isyan edip büyük zarara uğramışlardı.

Gerçekte Türk ve Türk soyundan olan ve ancak yukarılarda açıkladığım gibi Osmanlı Padişahları tarafından Kürt diye vasıflandırılan ve yabancılığa sürüklenen bu üç şubeye mensup dağlı Türk aşiretler; yüzyıllarca kalıp kalıba girmiş ve çeşit zorlamalar altında ezilerek doğunun ıssız dağlarında dillerini ve milli varlıklarını bozduktan sonra milliyetlerini tâyin etmekte büyük güçlük çekmiş, umumi görünüşte Kürt diye anıldıkları halde, onlar her şeyden önce din, şeriat, hilafet ve Nakşilik akidesinin tesiri altında kalarak en fazla Arap Halidi ve Seyyidi olmağa heveslenmişlerdir.

Biz, şimdi bu gerçekliği daha fazla aydınlatan iki tarihçimizin, bu üç şubedeki dağlı Türkler hakkındaki genel görüşlerini inceleyelim.

Doğu illerimizde araştırmalar yapan bilginlerimizden Kadri Kemal Kop (Düşünce ve Araştırmalarım) adlı eserinde : Kürtlerin, kurt unvanını taşıyan Part Türklerinden ayrıldıklarını ve bunların ikinci dikran hükümeti çağında ermenilerin hâkimiyetleri altında zorlanarak milli duygularını ve öz Türkçe dillerini bozduklarını ve bu halkın ilk önce Gildani ve Ermeni ve Zint dillerinden ve daha sonra Acem ve Arapçadan öz Türkçe dillerini doldurup bu yabancı lisanlardan Zaza ve Kormanco adlı dil halitalarını meydana getirdiklerini, ve zaman zaman Oğuz boylarına mensup birçok kabilelerin bu dağlı Türklere karışarak bunlardan Zaza ve Kormanci dillerini öğrendiklerini, ve Osmanlı İmparatorluğunda din siyaseti güdüldüğü için bu halkın tarihi menşelerini, ırk ve kültürlerini aramayı hatırlarına bile getirmediklerini ve tabiatın bu haşin ikliminde bu halkın, huylarına uygun gelen aşiret sistemine ısınıp kaldıklarını, ve bunların Osmanlı padişahlarından gördükleri ayrılık yüzünden her şeyden önce kendilerini islam olarak tanıdıklarını, hülasa ettikten sonra bu eserinin 65-inci sahifesinde diyor ki:

(- Bir zamanlar Kızılırmak kıyılarından Dersim'in bir dağına, veya Hakkari'nin bir vadisine göçüp yerleşen bir Türkmen aşireti, Sakarya'dan kalkarak Mardin'in bir çölüne kapağı atan bir Türkmen oymağı, can ve başını daha sağlam koruyabilmek için adını ve dilini de itirmekten çekinmemiştir. Bunun için buradaki sözümün gerçekliğini kuvvetlendirecek bir iki örnek daha yazayım : Ne ibretle karşılancak bir gerçektir ki; vaktiyle Konya, Karaman yaylalarından Ağrı dağı eteklerine gelip yerleşen Türkmen Celâli aşireti denilen aşiretin bugünkü çehresi göz önünde duruyor...Osmanlı padişahlarından Yavuz Sultan Selim çağlarında XVI.yüzyılının başlarında Orta Anadolu'nun Ankara taraflarından birçok Türk oymakları kaldırılarak Gaziantep ve Urfa oylumlarına götürülüp yerleştirilmişlerdi. "Türk Yurdu.Sayı:202 Sahife 27" (Bunlar o çağda doğudan esen Şiilik ve Kızılbaşlık akınına karşı bir tampon vazifesini görsün diye gönderilmişlerdi.)

Yine bu konu üzerinde birçok Alman ve İngiliz eserlerini inceleyen ve Van tarihinden parçalar okuyan Emekl Miralaylarımızdan M.Rıza (Benlik ve Dilbirliğimiz) adlı eserinde ; hülâsa olarak: 

(-Milâttan on üç asır önce "Orarto"da oturan ve Hatti-Lohorta adıyla anılan Goto-Hitit Türklerinin asırlarca Asurilerle savaşarak 17 büyük muharebe kaydettiklerini ve bunların Orarto'da büyük bir hükümet kurduklarını Asur tabletlerinden anlaşıldığını, ve İngiliz eserlerinin verdikleri bilgiye göre: Orarto'da oturan bu kavmin ilk önce Gotto, yani kavgacı adıyla tanınmış olduğunu ve Gotto adının, Asuriler tarafından Gerdo'ya çevrildiğini ve Gerdo sözünün de döne dolaşa Kürdo şeklinde konuşulduğunu ve tarihçilerin en çoğunun da , kürdo sözünün (Lohorto) dan alındığını, kabul ettiklerini anlatıyor ve diyor ki: - Lohorto Türkleri, Cengiz'in bey anlamında kullandığı kürt sözünü, kendi ağalarına takmışlardır. Ve doktor sipi çişe Kürt kelimesinin Lohorto'dan çıktığını kabul etmiştir. Hort, bugünkü Türkçede (yiğit) demektir. Bu halk eskiden milli adları olan Lohorto'nun başından (lo) hecesini alarak, kürtçenin bütün ismi haslarında ve edat nidası yerinde kullanmışlardır. Kürtler hâlâ birbirlerine - lohordo, Lohorto yani ey yiğit diye çağırırlar...)

Sayın M.Rıza bu konuşmasını şöylece bitiriyor:
(-Lo sözü, dağlı Türkün milli teranesi, sevimli ve tatlı hitabesidir. Ve lo kürdo, milli adının kısa bir ifadesi her söze yapışık irade ve kuvvet nişanesidir. Lo sözü dağlı Türkün acı, tatlı sevinç, sevgi gibi bütün duygularını ifade eder. Mâniler, gazeller, destanlar ve şarkılar hep lo,lo ile başlar, lo,lo ile biter. Bu dağlı Türkler, Lohorto'nun baş hecesi lo yu alarak milli bir işaret yapmış, kalan kürdiyi, bir addan ziyade, dağlı mânâsına bir sıfat olarak bırakmıştır. Bu kürdo sıfatı zamanla kısaltılarak kürt olmuştur.)

Sayın M.Rıza eserinin diğer bölümlerinde : Kürt adının kurt kelimesinden çıktığını ve aynı zamanda lohorto dağlı Türklerinden ayrılan ve Hatay'dan gelerek Anadolu'da merkezi Boğazköy-Hatuzası, şehrinde Ankuva-Ankara, Kargamış - Cerablüs'de kuvvetli bir imparatorluk kuran "Eti" Türklerinden birçok aşiret ve boyların o çağda ayrılarak doğu illerinde Lohorto Türklerine karıştıklarını ve Lohorto Türklerinin, Hitit-Halti soy adlarını binlerce yıl mukaddes bir ülkü halinde sakladıklarını ve bunların İslamiyeti kabul ettikten sonra, kendilerine dini bir şeref vermek için Halti adını, Ardap kumandanı Halit-bini-Velit adıyla değiştirip soylarına (Halidi) nesebini yapıştırdıklarını ve gerçekte ise bu halkın "Halidi" değil "Halti" olduklarını ve hattâ bu halktan bugün Çal, Hoşap, Zernak beyleriyle Bidirhanilerin, Kirvari, Guyan ve Cizre beylerinin ve Hasmanlı ağalarının kendilerini Halidi olarak bildiklerini ve halbuki bunların Arap kumandanı Halit-bini-Velidle hiçbir ilgileri olmadığını ve şimdi Ahlat ile Siir arasında bulunan (Halti) dağının bu eski Türk kavminin ataları adını taşıdığını, geniş olarak anlatmaktadır.

Halti ve Halidi adları üzerinde ben de görüşlerimi ve bildiklerimi açıklamak için bu konuyu biraz daha genişletmeyi faydalı buldum. Şöyle ki:

Yavuz Sultan Selim devrinden Şeyh Sait isyanına gelinceye kadar muhitimizde ve bütün doğu illerimizde toplu bir aşiret sistemi altında çeşit derebeylik ve aşiret ağalıklarına ayrılan Babakürdi, Kormanco ve Zaza şubelerinin bütün ağa ve şeyhleri, kendilerini en çok Halidi ve daha sonra Abbasi, Seyyit ve birkaç aşirette Emevi neslinden bilmişlerdi. Bu ağa, bey ve şeyhler kendilerine taktıkları bu nesep adlarıyla öğünür ve bu suretle aşiret eratından üstünlüklerini korurlardı.

Sayın M.Rıza'nın yukarıda saydığı aşiret ağalarından başka , mürteci şeyh Said'in mensup bulunduğu Palolu Şeyh Ali ailesi ve Solhan Zazalarının en büyük şeyhleri olan Melekânli şeyh Abdullah ailesi ve Çapakçür'ün Çan şeyhleri, Hazzo ve Farkın beyleri, Diyarbakırlı Cemil Paşa ailesi, Zazaların bütün ileri gelenleri, Kormanço şubesinin bütün ağaları ve Kormanço şubesinin Zırkan, Hasenan ağaları kendilerini Halidi ve kısmen de Abbasi ve Seyyit diye vasıflandırırlardı. Zazaların Zikii ve Girnos ağaları Emevilerden, Kormançoların ocak başları olan Milan Aşireti de Seyyitlerden olduklarını iddia ederlerdi. Babakürdilerin yalnız Bedirhanileri, Cizre ve Bohtan beyleri, Abbasi ve bu şubeye ait diğer aşiret ağaları tamamen Halidi olduklarını söylemişlerdi.

Bu dağlı Türk kardeşlerimizin, tamamen Arap nesline doğru kaymış olan bu iddialarında Arap saçı gibi karmakarışık olduğunu söylemek zorundayım. Yukarıda saydığımız bu aşiret ağa ve şeyleri, söyledikleri gibi Halidi, Abbasi, emevi ve Arap iseler, doğu illerine ve bu dağlı Türklere takılan kürt ve Kürdüstan adı nereden çıkıyor?.... Bu durum karşısında doğu illerinden ben kürdüm diyecek tek bir aşiretten nişan kalmamış olur. Esasen tarihin gerçek sahifelerinde; Türk soyundan kopan bu halktan başka Kürt adıyla tanınmış bir millet yoktur. Ve bu millet tip, çehre, ırk, kan, örf, âdet itibariyle hiçbir vakit Arap olamaz.

Görülüyor ki, bu asil kanlı Türk milleti, Türk halkı, olan dağlı aşiretlerimiz yüzyıllarca çeşit milletlerin idareleri altında ezilerek milli varlıklarını zayıflattıktan sonra, Osmanlıların idareleri altına geçmiş ve Osmanlı idaresinde her şeyden önce din ve İslamiyet siyaseti yürüdüğü için, bunlar da kendilerini İslamiyetin ve Arapların tanınmış simalarına bağlıyarak, kendilerinin Halti olan soy adlarını Hâlidi'ye çevirmiş ve diğer aşiret ağa ve beyleri de bunlardan geri kalmamak için kimisi Abbasi, kimisi Emevi ve hatta Seyyit olmağa yeltenerek, güya emsallerinden geri kalmamışlardır. Bu sahte adlar o çağlarda aşiret, ağa ve şeyhlerinin işlerine yaramış, bunlar aşiret etrafında üstün bir mevki elde ederek dini bir telkin ve saygı ile halkı kendilerine sımsıkı bağlamışlardır. Zamanımızda yalnız biz Halidiyiz diyen aşiretlerin sayısı doğu illerimizin yarısını dolduracak çokluktadır. Eğer Halid'in bu kadar zürriyeti de Arabistan'da varsa, bu adamın ikinci adının Nuh Peygamber olduğuna iman etmek gerekir.

Bu gerçek örnekler de gösteriyor ki, dağlı Türk kardeşlerimiz vaktiyle pek çok aldanmışlar ve Osmanlı padişahlarının kurdukları tuzağa düşerek acı bir sui-kasta uğramışlardır. Ve bu zorlama iledir ki, milliyetlerini yabancı ırklara kadar sürüklemişlerdir. Bunlar yüzyıllarca ancak islamlık ve din için yaşamış, milli duygulara hiç önem vermemişlerdi. Çünkü, bu halk Emevi ve Abbasiler devrinde yazılıp İslamların arasında yer alan sahte kitapların tılsımlı ve büyülü yazılarına kanarak gerçekten dine, ve insanlığa bile hayırları dokunmayan ve saltanatları için peygamberin ailesini ve kendi milletlerini yok eden ve asırlarca yüzbinlerce Türkün kanını akıtıp Türkistan'ı ve İslamiyeti talan eden zalim ve dinsiz Emevilerle, soyguncu ve müstebit Abbasilerin ve Peygamberin vefatından sonra onun çocuklarına ve ehli beytine muhalefet eden Halid bini Velid'e kadar neseplerini götürmekle bir şeref kazanacaklarını ummuşlardır.

Bu dağlı Türklerimiz, muhakkak ki Arap olmadıklarını ve Haltilerin de Halidi olmadığını bilmişlerdi. Yine onlar doğu illerinin Kürdüstan ve kendilerinin de Kürt olmadığını bilmişlerdir. Fakat bu iki lâkap ve ünvan, bu aşiretin ağa ve şeyhlerinin işlerine pek çok yaramış, onlara bağımsız beylikler verilmiş, aşiret eratı kendilerine kul gibi el pençe divân durmuş, onlar bu şahsi  şöhret ve menfaat mukabilinde bu yabancı duyguları seve, seve kabul etmişlerdir.

Bugün ortada güneş gibi gizlenmiyecek bir hakikat vardır. Bu gerçek görüş: Dağlı Türk kardeşlerimizin hiçbir aşiret veyahut ailesinin ne Halidi, ne Abbasi ve nede Emevi değil, Türk oğlu Türk olduklarıdır. Koskoca cihanı titreten Gök Hakan Türkün şanlı adı dururken, Türk halkının yabancı milletlerin büyüklerinin adlarından şeref ve paye beklemeleri bütün dünya huzurunda gülünç olur sanırım.



Kürtçe ve Zazaca

Bugün Babakürdilerle Kormanço şubeleri adını alan dağlı Türklerimizin konuştukları dile (kürtçe) Kormanci ve Zazaların konuştukları dile Zazaca denilmektedir. Konrmaci dili ilk önce Kurt-baba-Babakürdiler arasında konuşulmuş, Yavuz Sultan Selim tarafından doğuya kaldırılan Türk aşiretleri yani Kormanço şubesi bu dili Babakürdilerden öğrenmişlerdir.

Kormançi-kürtçe dili aslında tarihte var olan ve herhangi bir millete mahsus olan tarihi bir dil değildir. Yukarı bölümlerde anlattığımız gibi bu dil aslında Türkçeden ve sonrası birçok milletlerin dillerinden toplanmış özel bir lisandır. Dağlı Türklerimizin ecdatları olan Halti-Lohorto Türklerinin Asuriler çağında Türk dili ile konuştuklarını yirminci asrın bilginleri ispat etmişlerdir.

Halti-Lohordolar; milattan bir asır önce Ermenilerin idareleri altında sıkışmış Ermeni dilinden bazı kelimeler almış ve Ermenilerin çökmesinden sonra İranilerin idaresinde ve komşuluğunda kalarak, konuşması kolay olan Acem diline özenerek ve hattâ zorlanarak bu dili öz Türkçelerine pek fazla karıştırmışlardır. Bu şekilde kurulan Kormançi dili, Osmanlılar çağında Babakürdilerin özel lisanları kabul edilmiştir.

Acemler, Halti-Lohordo Türklerini İranileştirmeye çalıştıkları sırada Part Türklerinden olan Zaza-Dümbeli aşiretleri de İran toprağına gelip yerleşmişlerdi. Bu halk hem Acem, hem de Babakürdilerle kaynaşıp her iki dilden ve en çok farisiden aldıkları sayısız kelimelerle öz Türkçe dillerini doldurmuş ve bu suretle Zaza dilini vücude getirmişlerdi.

Zazalar; Arapların istilasından ötürü İran'ı terk edip doğunun sarp dağlarına gelip yerleştikten sonra, Türk kültüründen ve hatta bütün medeniyetten uzak kalan bu ıssız yerlerde kendi keyiflerine göre kelimelere ayrı mânalar vererek, ve  sert lehçeler icat ederek çoğu farisice olan Zaza dilini karmakarışık bir hale sokmuş ve her mıntıka halkı bu dili başka şekillerde konuşmaya başlamışlardır.

Zazalar Orarto'dan ayrılıp doğu illerimizin Morti, Çapakçür havalisinin sarp dağlarına gelip yerleşirken, Babakürdiler; Van ve Musul havalisinde Araplarla kaynaşıp İslam dini ve Arap dilinden aldığı yeni kelimeleri Kormanci diline dizmiş, bu dili; yukarıda yazdığımız şekilde Anadolu'dan gelen Türk aşiretlerine, yani Kormanço şubesine aşılamışlardır. Bu şubeye mensup aşiretler yakın çağda Anadolu'dan geldikleri için öz Türkçe dillerinin bir kısmını koruyabilmiş ve bu suretle Babakürdilerden daha açık bir Kormanci ile konuşmuşlardı. Kormanço şubesine mensup aşiretlerin bugün konuştukları Kormanci dilinin yüzde altmışı eski Asya ve İç Anadolu Türkçesidir. bu dilin yüzde kırkı Acem ve Arapçadır.

Babakürdilerin konuştukları Kormanci dilinin yüzde kırkı eski Asya Türkçesi, yüzde otuzu Farisice ve yüzde otuzu da Arapçadır. Yurdumuzun Van ili güney bölgesinde Hakkari, Şernak, Hizan, kısmen Bitlis ve Muş, Cizre, Garzan, Beşiri, Midyat, Şedmdinan, Van'ın hudut boyunda olan aşiretler tamamen bu dille konuşurlar, yukarıda dlarını yazdığımız bu aşiretlere Babakürdiler denir. Bu şubenin Irak ve Suriye hududuna olan aşiretleri ya tamamen Arapça veyahut yarısından fazlası Arapça olan Kormanci dili ile konuşurlar.

Van ilinin Muradiye, Patnos, Seray ilçelerinde Ağrı- Karaköse, Eleşkirt, Ercis, Malazgirt havalisinde Bulanık, Hınıs, Karlıova, Karayazı, Viranşehir, Urfa, Suruç bölgelerinde oturan ve Yavuz Sultan Selim tarafından buralara kaldırılan Türkmen aşiretlerinden olup, yukarıda yazdığımız gibi sonradan Kormanço adını alan aşiretlerde, yüzde altmışı Türkçe olan Kormançi dili ile konuşurlar. Bu şubenin de Suriye'ye yakın aşiretleri dillerini arapçadan doldurmuşlardır.

Zazacaya gelince: Bu dilin yüzde ellisi Acemce, yüzde kırkı, eski Türkçe, yüzde onu Arapçadır. Zazacada olan Acemce kelimelerin çoğu Türk heceleriyle karışıktır. Sason, motki kısmen Muş ve Bitlis dağlarında oturan aşiretler ile Lice, Farkın, Hazzo, Diyarbakır havalisinin sarp dağlarında Genç, Solhan, Çapakçür, Palo il ve ilçelerinin bütün köylerinde oturan Zazalar ve Ergani, Maden, Elâzığ, Mardin havalisinin birçok köyleri Zazaca konuşurlar.

Biz Kormançi ve Zaza dillerinin şimdiki durumunu yoklarken, bunlardaki eski Türkçe kelimelerin şiveye göre pek çok değiştirildiğini ve bu dillerin kökünden Türkçe olduklarını ve bazan bir kelimenin ilk hecesinin Türkçe ve son hecesinin Acemce veya Arapça olduğunu görüyoruz.

Mesela: eski Türkçede yiğit, Kormancida ağit, Zazacada igit -ve Türkçede köpek, Kormançide kücik, Zazacada kütik, - eski Türkçede od, Kormancide agir, Zazacada odır, - eski Türkçede eski bir hastalığın adı olan kuru-dert, Kormancide kurreder-kurredert, Zazacada kurredert-karnakısı, - türkçede bir illet anlamına gelen yanıkara, Kormancide anıkara, Zazacada ankara...gibi.

Türkçe kelimelere bağlanan Arabi ve Farisi hecelere gelince; Zazaca ve Kormancide sık sık konuşulan kuru - iftira, deştü - gedik, ardu - asman, gülü - çimen, espi - boz, sorgu - sual, tanazu - şepal, levendü - firar...gibi.

Daha başka meselâ : Türkçede ay, Kormancide hiy - meh, Zazacada ayma, asma, aşme şeklinde konuşulur.

Görülüyor ki aslında Türkçe olan bu kelimelerin hepsi de gelişigüzel bir konuşma şekliyle değiştirilmiştir. Yalnız eski Türkçede sonu R.T.P.K. gibi sert ve NA gibi yükseğe kaldırılmış harflerle biten kelimeler, hem Kormançi hem de Zazacada bir türlü değişmemiştir. Çor, kor, şor, tor, bor, çir, çeper, çığır, ayğır, zencir, çadır, bakır, nahır, ahır...gibi....sepet, şerbet, merek, tezek, kepek, petek, kelek, gerek, ördek, emek, insan, derman, duman, yaman, tufan, aslan, ceylan, can, zozan...gibi.

Kormançi ve Zaza dillerinde gösterdiğimiz bu Türkçe kelimelere benzer yüzlerce örnek gösterebiliriz. Bunlardan başka bu dillerde ev ve aile eşyası çift koşumu hayvanları ehlileştirme için kullanılan malzeme, kuşlar ve yabani hayvanların ve eski hastalık ve ilaçların, otların yüzde doksan adları Türkçedir. Bu dillerde en fazla zerdüşt dinini kutsal türelerinden olan Farisice kelimelerle ve daha sonradan Arapçadan alınan dini tâbirler vardır. Fakat bu dağlı Türkler bu kelimeleri de yine kendi şivelerine göre değiştirip konuşmuşlardır. Mesela; Farisice asuman, Kormançoda azman, Zazacada asmın, ve Arapçada ard - arz, Kormançoda erd, Zazacada hard, Arapçada ciran (komşu) Kormançoda cinar, Zazacada cirani, Farsice hüda, Kormancide hudi, Zazacada homa - hakko ... gibi.

Kürt dili bahsinde : M.Rıza, Benlik ve Dil Birliğimiz adlı eserinde : Kürt diye anılan bu dağlı Türklerin Zaza ve Kormanca diye ikiye ayrıldıklarını ve bu her iki dilde, ayrı ve çeşitli lehçelerin mevcut bulunduğunu, ve Kürtçenin başlı başına bir dil olmayıp, çeşitli dillerden yığılan bir dil yığını olduğunu, Rus ve Alman dillerince bastırılan lügat kitabında yazılı olan 8730 sözden 3080 kelimesinin eski Türk ve Türkmence ve geri kalanın Rabi ve Farisi dillerinden alındığını ve bu dağlı Türklerin dillerinin çok değişmesi dolayısiyle bu eski Asya Türkçesini bugün çok geç ve yanlış olarak konuştuklarını ve iklimin sertliği dolayısiyle bu halkın daima kelimeleri boğazlarından sert ve karışık çıkardıklarını ve misal olarak Kürtçenin "Kunt" dedikleri köy, adının aslının Kent olduğunu ve doktor Firiç ile Profesör Veber'in, "Kürt dili bir dil hamuru değil, bir söz yığınıdır." dediklerini ve Kürt dilinin hiçbir tarihi veya herhangi bir milletin bellibaşlı varlığını gösteren bir dil olamdığını ve bu dilin ancak bazı aşiret kavgaları öven destanlardan ibaret kaldığını, ve aslında Türkçe olan bu dilin, Acem komşuluğunda Fars dili ile dolduğunu ve hükümetin zoruyla yüz benzetişlerini ve dillerini fazlaca değiştirmek ve kendilerine Kürt demek zorunda kaldıklarını ve sornadan bu dilin Lohordo Türkleri (Kürtler) vasıtasiyle doğu ve orta Anadolu'daki yakın çağ Türk ve Türkmenleri (Kormançolar) arasında yayıldığını ve bugün bu Türklerden İran hududunda olanların fazlası Farisice ve Arap hududunda bulunanların Arapça konuştuklarını, uzun uzadıya anlatıyor.

Bugün yakından konuşup incelediğimiz Kormanci ve Zaza dilleri yukarıda açıkladığımız gibi, o kadar karışık ve anlaşılmaz bir hale gelmiştir ki, onu herhangi bir milletin dili olarak vasıflandırmakta büyük bir yanlışlık vardır. Bu dili konuşan Babakürdi ve Kormanço ve Zaza şubelerine mensup aşiretlerin her biri ayrı ayrı şivelerle konuşur, bunlardan pek çokları birbirlerinin konuşmalarını anlamakta büyük bir zorluk çekiyorlar. Her aşiret ve bölge bu dilleri çeşit çeşit şekillere sokmuşlar, bu karışık şekiller hiçbir suretle tesbit edilemez. Her boy ve oymak kendi keyfine göre konuşmuştur. Bazan bir aşiret ağasının kendisine has olarak çıkardığı edâlar ve gelişigüzel süslü kelimeler, aşiretin içinde halk dili makamına girmiş, bir hocanın konuştuğu yarım Arabi ibareli bir üslup derhal halk tarafından ezberlenmiş bu dillere karışmıştır.

Hattâ Cumhuriyet devrinde büyüklerimizin dile verdikleri önemin tesirleri, hemen bu dillerde kendini göstermiştir. Şimdi doğu illerimizin çoğu ve aydın aileler; aile ocaklarında öz Türkçe konuşmakta ve Büyük Dil Kurultayı'nın onardığı birçok Türkçe kelimeler Kormanço ve Zaza dillerine karışmış bulunmaktadır.

Hiçbir milleet bu dağlı Türk kardeşlerimiz kadar milli birliğin ana duygularından ayrılmak akibetine bu kadar uğramamıştır. Araplar; Arabice , Acemler; Farsice ve her millet kendi dilince konuşmakta iken, nasıl olur da, dünyanın en asil ve ulusoylu bir milleti olan Türk, yabancı dillerle konuşmaya tenezzül etmiştir. Bu acı ve ibret verici kusur, bugün düzeltmelidir. Buna milli bir gayret ve aşk ister. Bizi artık milli vicdan ve sağduğudan ayıracak hiçbir engel yoktur. Bütün dünyada herkes milliyetçidir. Biz bugün herkesten daha çok milliyetçi ve halkçıyız. Bu milli gayret ortada varken en iyisi bu dağlı Türk kardeşlerimiz kendilerinin ulusoylarına yakışmıyan ve bugün hiçbir kıymet ve mâna ifade etmeyen bu söz yığını dilleri söküp atmalıdırlar. Ben bunu bir ırkdaş ve yurttaş sıfatiyle, doğunun bütün genç ve asil Türk neslinden rica ederim.


                                              


                                                                                                                                                                                                                                                                            





(1) İdrisi-Bitlisi Halti-Lohorto Türklerinin kurt - baba şubesine mensuptur. Bu adam o çağda ilim tahsili için Bağdat'a gitmiş, oradan Şafii ve Nakşi tarikatını alıp doğu illerimize dönerken bu mezhep ve tarikatı bütün "Lohorto" kurt-baba şubesine mensup aşiretlere aşılayıp büyük bir manevi nüfuz kazanmış ve dolayısiyle o çağda doğuda esen Alevilik ve Şiiliğe karşı kıskanç bir hasım olarak harekete geçmiş, bu fikir uğrunda padişahla görüşerek kendisine bağlı olan bütün aşiret ağalarını padişaha götürüp hemen onların beyliklerini ve hem de Şiiliğe karşı koymalarını temin etmişti.























Doğu İlleri ve Varto Tarihi - M.Şerif Fırat / Sunuş-Önsöz





ÖN SÖZ


(Doğu İlleri ve Varto Tarihi) başlığı altında yazdığım bu eserde, ilkönce, doğu illerimizde oturan dağlı Türk aşiretlerine niçin Kürt denildiğini ve doğu illerimizin Milattan önceki durumunu ve bu dağlı Türklerin tarihi ve gerçek soylarını ve bu halkın sonradan hangi çeşit zorlamalar altında kalarak Kormanci ve Zaza dillerini vücuda getirdiklerini ve niçin öz Türkçe dillerini itirmek veya bozmak zararına uğradıklarını ve bu halkın birkaç yüzyıl önce neden kendilerini Türkten ayrı bir yığın sandıklarını, Osmanlı siyasetinin derebeylik ve Hamidiye alayları devrinde doğu illerimizde yarattığı tarihi savaş ve olayları ve Şeyh Sait isyanını anlatacağım.


Yine bu eserimde, doğu illerinin çeşitli bölgelerinde oturan Alevi ve Bektaşi aşiretlerin tarihi soylarını ve bu Türklerin yakın çağda nerelerden doğu illerimize geldiklerini ve bunların bu illerde hangi zorlamalar altında öz Türkçe dillerini karmakarışık edip Kormanci veya Zaza lisanını öğrendiklerini Alevilik, Bektaşilik ve Kızılbaşlığın ne demek olduğunu ve bu akidelerin Türklere nasıl aşılandığını, Osmanlı İmparatorluğunun Alevilik ve Bektaşiliğe karşı güttüğü siyaseti ve Bektaşiliği Türk kültürününde gördüğü görevleri, açıklamağa çalışacak ve bütün konuların tarihi olaylarını sıra ile kovalıyacağım.


Bu eserimin tarihi olayları; ilkönce Varto ilçesinden başlamış ve dolayısiyle doğu illerimizin tarihi hulasa edilerek sıralanmış, en çok Varto'da oturan kabileler ve bütün doğu aşiretleri ve Hormek kabilesi hakkında geniş bilgiler verilmiştir.


Tarihimin son bölümlerinde doğu illerimizdeki Türk boyları arasında halen yaşamakta olan Türkün eski töre, örf ve adetlerini ve Şamanilikten gelen birçok milli oyunları sıralamış, Varto'nun en doğu illerinde meşhur olan Bingöl dağlarının coğrafi durumlarını geniş ölçüde sayın okuyuculara sunmuşum.


Tarihin ilk devirlerinden başlıyarak en çok Selçukiler çağından 1923 yılına kadar doğu illerimizde cereyan eden tarihi olayları içine alan bu kitabı yazmağa beni zorlayan biricik ülkü, gerçekte asıl Türk kanını taşıyan ve Türk oğlu Türk olan Varto halkıyla, doğu illerimizin çeşitli bölgelerinde oturan Türk ve Türkmen boylarına mensup halkın ve bu çiftçi köylümüzün halen Kormanci ve Zaza dil hamurlariyle konuşmaları derdi olmuştur.


Bu halkın hepsi de bugün Türk soyundan olduklarını bildikleri halde Acem, Arap, Ermeni, Keldani kelimeleriyle dolmuş ve bu suretle anlaşılamaz bir hale gelmiş, aslında Türkçe olan bu karışık ve manasız dilleri bir türlü söküp atamamışlardır.


Ben bu eserimle, bu yurttaş ve kandaşlarımın fikirlerini daha fazla aydınlatacak ve onlara gerçek soy ve dilleri hakkında geniş bilgiler sunmağa çalışacağım.


Her bir karış toprağı Türk ecdadımızın kanlarıyla sulanan ve her bir dağında, ovasında, bel ve geçidinde binlerce Türk şehidi yatan ve her yanı bu şehitlerin adlarıyla anılan, aslanlar yatağı doğu illerimizin, dünyanın kuruluşundan beri Türk özyurdu olduğunu tarihi kaynaklara ve gerçekliğe dayanarak isbat etmiş bulunmaktayım.


Büyük Atatürk, Milli Şef İnönü ve milli Cumhuriyetin açtığı milli çığır üzerind milli birlik ve bütünlüğe doğru yürümek, bu dağlı Türk kardeşlerimizin de yurdu ve milli ödevleridir. Bu ödev, bize en doğru yol ve tarikati, Cumhuriyet ve yurt sevgisini, milli birlik ve bütünlüğün korunmasını buyruklamıştır. Türküz, Türkçe konuşacağız. Türk Cumhuriyeti ve Türk yurdunun savunması için ovasında sapan işletecek, dağlarında yeleli aslanlar gibi, yurdumuza saldıranlarla dövüşecek, ya gazi veya şehit olacağız.


15 Şubat 1945
Muş İli Vartı İlçesi Kasman Köylü
M.Şerif FIRAT 








Doğu İlleri ve Varto Tarihi - M.Şerif Fırat
Kasman Köylü - Varto
İkinci baskı-Ankara 1961

Sunuş
Önsöz

Bölüm: I

Bölüm: II

Bölüm: III

Bölüm: IV

Bölüm: V

Bölüm: VI

Bölüm: VII

Bölüm: VIII

Bölüm: IX

Bölüm: X

Bölüm: XI

Bölüm: XII

Bölüm: XIII

Bölüm: XIV

Kaynaklar
* Türk Tarihinin Anahatları
* Doğuda Araştırmalarım (Kadri Kemal Kop)
* Umumi Tarih (Ahmet Refik)
* Erzincan Tarihi (Ali Kemal)
* Bektaşilik ve Edebiyatı (Besim Atalay)
* Selçukilerden kalan şecere (Alaeddin Keykubat)
* Benlik ve Dil Briliğimiz (Miralay M.Rıza)
* Resmi kayıtlardan alınan bilgiler
* Bizzat müşahedelerim
* Hormek şeceresi
* Doğu illerindeki Türk asarı ve mezarları








Kitabı satın alın, kütüphanenizde bulunsun!






SUNUŞ (*)

Bu eser, yalnız dikkatle değil, aynı zamanda ibretle okunmaya değer bir önem taşımaktadır. bilgin ve idealist bir öğretmen olan yazarı doğup büyüdüğü bölgenin tarihi oluşunu karanlıktan kurtarmak gayreti ile kaleme sarılmış; fakat parlattığı meş'alenin aydınlığından korkanlar tarafından insafsızca şehit edilmiştir. İfade ettiği mana bakımından Türk aydınlarının, bu olay üzerinde dikkatle durmaları icabeder.

Neşrinden bir hafta sonra bu kanlı cinayeti işleyen gizli eller aldıkları intikam ile yetinmemiş; kitabı da piyasadan toplayarak yok etmişlerdir. Zavallı yazar'ın hangi vatan köşesinde gömülü olduğunu dahi bilmiyoruz. Düşmanlığın derecesine bakın ki, kitapları gibi mezarı da ortadan kaldırılmıştır.

Bugün Milli Eğitim Bakanlığımızca 2nci baskısı yapılan bu eserin, bütün Türk aydınları tarafından okunması büyük faydalar sağlayacaktır. Çünkü, bu eser, Doğu Anadolu'da oturan, Türkçeye benzemeyen bir dil konuştukları için kendilerini Türk'den ayrı sayan; bilgisizliğimiz yüzünden bizim de öyle sandığımız vatandaşlarımızın su katılmamış Türk olduklarını bir defa daha isbat etmektedir. Hem de inkarına imkan bırakmayan ilmi deliller ile..

Tarihin hiçbir devrinde, Doğu İllerimize bugünkü sakinlerini tortu olarak bırakacak yabancı bir göç vaki olmamıştır. Dünya üzerinde "Kürt" diye adlandırılabilecek müstakil hüviyetli bir ırk yoktur. Kürtler, yalnız vatandaşımız değil, soydaşımızdır da...Fakat, asırlarca devam eden kötü idare ve ihmaller onların da kapalı yaşama itiyatları maalesef bu neticeyi doğurmuştur. Türk Milletini ve Türk Vatanını parçalayarak yok etmek sevdasında olanlar, bundan faydalanmanın peşinde koşuyorlar.

Bütün Türk aydınları, şunu kesin olarak bilmelidirler ki, "Kürtlük" tahriki düşman kaynaklardan fışkırmakta ve milli bütünlüğümüzü sarsarak bizi yıkmayı hedef tutmaktadır. Buna elbette müsaade etmemeliyiz. Çünkü, Doğu İlleri vatanımızın hem kapısı, hem kalesidir. Biz ihmal eder, gerçekleri bu öz kardeşlerimize götürmez, onları aydınlatmazsak, düşman propagandası karşısında silahsız ve müdafaasız kalırlar. Sonunda alçakca yapılan bu propagandaların tesiriyle ikiye bölünürüz. Doğu İlleri elimizden çıkarsa Orta ve Batı Anadolu'da tutunmamız kolay olmaz. Bu dava, Türk Vatanı ve Türk Milletinin istikbali bakımından son derece mühim, son derece ciddidir.

Bütün Türk aydınlarının bu durum karşısında vazifelerinin ne olduğunu tayin etmeleri zamanı gelmiştir. Bilhassa, bu ve buna benzer aslı astarı olmayan propagandalara kanmış, aldanmış, neticede yollarını şaşırmış Doğu Türklerinin kendilerini aydınlığa çıkaracak bu kitabı dikkatle okumaları, can evine çekilip derin derin düşünmeleri lazımdır. Bu takdirde hakiki ve doğru yolu bulacaklarına inanıyorum.

Tarihin karanlıklarına ilmin ışığını tutarak bize milli benliğimizi gösteren ve öğreten büyük Türk mütefekkiri Ziya Gökalp nerelidir? Tahrikçilerin, propagandacıların "Kürtlük"ün merkezi saydıkları Diyarbakır'lı değil mi? Bu gerçek, bizi, başlı başına bu kitapda yazılı olanları kadar düşündürecek ve aydınlatacak bir vakıadır.

Doğulu, Batılı, Güney ve Kuzeyli bütün vatandaşlar, artık uyanmalı ve birbirimizi uyandırmalıyız. Büyük, önemli, ciddi ve hayati bir mesele olan bu davayı, Milli Birliğimizi ve toprak bütünlüğümüzü sağlayacak duygu, düşünce ve imkan beraberliğine ulaştırmadıkça istikbalden emin olmaya hakkımız yoktur.

Rahmetli ve büyük idealist M.Şerif Fırat'ın uğrunda can verdiği bu ülkü, Türk aydınları tarafından bekamızın teminat bayrağı olarak ebediyyen dalgalandırılmalıdır. Hem de imkanlarının son haddi olan yüksekliklerde.

Devlet başkanı ve Başbakan
Cemal Gürsel




(*) Sunuşta verilen bilgiler için lütfen torunu tarafından verilen cevaba da bakınız.





Mehmet Şerif Fırat’ın torunu Mehmet Şerif’in cevabı:

* ”Alevilerden oluşan Vartolu Xormek (Hormek) Aşiretinden olan Mehmet Şerif’in adı ilk kez 6 Kasım 1947’de Tanin gazetesinde yayınlanan “”İrtica Yılanı Uyanıyor”” başlıklı makale ile duyulmuştu. 

Dedem Mehmet Şerif Fırat’ın 20.11.1947 yılında Tanin gazetesinde yayınlanan “Varto Mektubu” adlı yazısıdır.

” - Yıllar sonra Abdülmelik Fırat söz konusu makaleyi aslında CHP’nin Erzurum Milletvekili Cevat Dursunoğlu'nun yazdığını söyledi”.

Herhalde siz (Ayşe hanımı kastederek) Abdulmelik Fırat’ın soyisimlerimiz benzer olmasıyla bir akrabalık bağı kurdunuz,  herhalde bu zatı muhterem 23.05.1985 tarihli Tercüman Gazetesi’nde dedem ve kitabıyla ilgili yazısında da bu olaydan bahsetmişti. Rahmetli babam Atila Fırat o zaman cevaben bir yazı yazmıştı. 23 sene önceki bu söylevi gündeme getirmenizdeki amacı anlamış değilim ve ayrıca sözlerine itibar ettiğiniz bu kişinin Şeyh sülalesinden olması döneminde Dedemin Şeyh Sait ayaklanmasında Hormek Aşiretini bu ayaklanmanın destekcisi olmaması ve Devletin yanında milis kuvvetler olarak savaşması ve kitabında Kürdüstan sevdalısı bu şahıs ve ailesinin hoşnut olma şansları sizce var mı, yani bu zatı muhterem dedem ve kitabıyla ilgili doğru söyliyeceğine mi inanıyorsunuz?

“ Mehmet Şerif’i çok yakından tanıyan bir başka tanık ise Gürsel’in sunuş yazdığı kitabına son şeklini verenin CHP Genel Merkezi olduğunu ekleyecektir. Yani Mehmet Fırat ,çok partili rejime gönülsüzce de olsa geçmek zorunda kalan CHP’nin , DP’nin önünü kesmek için kullandığı unsurlardan biriydi” diyip yine muhterem bir zatın ölü mezarının, mezarın tahrip edilmesini delilsiz ve belgesiz yalan beyanlarla kitap yazmış yine Kürdistan sevdalısı Ruşen Aslan’ın ismini ve yazdığı kitabı aktaran olarak yazmışsınız .

Sayın Ayşe Hanım niye uzaklardan araştırma yapıyorsunuz Hormek Aşiretinden ve öz kimliğini inkar etmiş Alman Vatandaşlığına geçmiş babamın amcasınınoğlu şu anda Kürdistan Prest’e yazı yazan yeni ismini bilmediğim Türk vatandaşlığından çıkartılmış M.Selim Fırat’da 22 Ekim 1986 yılında gazetesinde “”Bir Hain M.Şerif Fırat ve İhanetin Ortaya Çıkardığı Bir Kitap-Doğu İlleri Varto Tarihi””yazısında aynen Ruşen Aslan, Ümit Yazıcıoğlu, Haydar Işık, Mehmet Bayrak vs. şahısların yazdıkların aynısı ve hep aynı senaryolar. Bu zatı muhteremlere bir bakın çoğunluğu Kürdistan sevdalısı ve çoğunluğu Türk vatandaşlığından çıkarılmış kişiler. 

Size 1986 yılında çıkan M.Selim F. Yazısı ve başka yazılara cevaben Rahmetli Babam Atila Fırat’ın cevaben yazdığı 1987 yılında Şafak Matbaasına bastırdığı “”Açık Mektup” (Hormek’den Notlar) adlı kitabından bazı alıntılar sunayım. 

“ - Kitabın her basımında gerçek dışı eleştiriler, yazar ve ailesi ile ilgili karalamalar ve iftiralar. Aynı mahiyette olan eleştiriler iftira ve karalamalar şöyle özetlenebilir. 

Doğuda yerleşen aşiret ve kabilelerin ayrı bir Kürt ırkından geldikleri, asimilasyona tabi tutuldukları, ”Dogu İlleri Ve Varto Tarihi” ile “Varto Mektubu’nun Mehmet Şerif Fırat Tarafından yazılmadığı, tarihi kitabın bir aile tarihi niteliğinde olduğu, Fero Beylerinin son dönemlerde ihanette bulundukları ve jurnalçiliği meslek edindikleri, menfaat temin ettikleri, çocuklarını Kemalist İdeoloji ve Devlet doktirini aşıladıkları,  Babam Merhum Mehmet Şerif Fırat’ın namus ve intikam nedenleri ile amcası Halil tarafından öldürüldüğü,  Anti-Kürt kurumların geliştirilmesi ve yaşatılması için T.C. Devleti’nin Mehmet Şerif Fırat’ın “Doğu İlleri Ve Varto Tarih’inin 5.baskısını yapmadan önce anıt mezar diktirdiği, Mehmet Şerif Fırat’ın mezarıyla ilgili sunuş yazısını değiştirildiği, 5.baskıdaki önsözü yazısı ile sunuş yazısının çelişkili hale getirildiği”… 

Sayın Ayşe Hanım, yıl 1987 ve yıl 2008 yukarda yazdığım ve sizin köşenizde yazdığınız yazı ne kadar benzerlik var hitamlar, hakaretler hep aynı hep aynı plağı dinletiyorlar, dinletiyorsunuz. Delil ispat belge yok, yanlızca ölmüş bir insanı ölüsü, ailesi, yazdığı kitaplara ve mezarına hakaret etmekten başka hiçbir net düşünce yok, Rahmetli babamın bu hitamlara karşı yazdığı kitaptan alıntılar yapanlara cevaplamaya devam edeceğim 

“Doğu İlleri ve Varto Tarihi” ”Babam Mehmet Şerif Fırat tarafından 1942 yılında yazıma başlanmış , 5.5.1947 tarihinde tamamlanarak , Kasım Selçuk Bey kanalıyla gönderilmiş , 11 Haziran 1948 tarihinde Yazar Turhan Selçuk kanalıyla da İstanbul Saka matbaasında bin adet olarak bastırılmış. 20.11.1947 yılında da babam tarafından yazılan “”Varto Mektubu”” Tanin Gazetesinde yayınlanmıştır. 

Merhum babam daha önce cevabi yazımda da belirtiğim gibi ; kitap ve “Varto Mektubu ”herhangi bir şahıs , kurum, parti, kuruluş etkisi ve telkiniyle yazmadığı gibi ,alet te olmamıştır. Kitap ve mektup eski Arap harfleriyle yazılmış müsveddeleri ile kendi daktilosuyla yazılmış suretleri elde mevcuttur.....

Çok Partili hayata geçiş sırasında; babamın 24.6.1946 tarihinde CHP’ye yaptığı milletvekilliği başvurusu , kazanacağı düşüncesiyle kabul edilmemiş ve aday listesine dahil edilmemiştir. Kurucu Meclis ve Danışma Meclisi oluşmasında temsil kabiliyeti olup, başvuranlardan hiçbirisi seçilmemiştir. Kontenjan Senatörlüğü döneminde de bu imkan tanınmamıştır...”

“Doğu İlleri Ve Varto Tarihi”” 1.baskısı olarak 1948 - 1000 adet olarak merhum Babam tarafından bastırılmış ve satışa arz edilmiştir.  2.baskısı 22.10.1962 tarihinde Devlet Başkanı Rahmetli Cemal Gürses’in sunuş yazısıyla 5000 adet olarak bastırılmış, eser satışa sunulduktan sonra , telif hakkı satışı Ankara Noterliğinin 20.04.1961 tarihi ve 5500 sayılı temliknamesi tarafımdan yapılmıştır. Bu 2. baskının yapılması yönünde hiçbir şahıs ve kuruluşa başvurmamış ve sunuş yazısı hakkında daha önce bilgi alışverişi yapılmamıştır. 

Sunuş yazısında yanlış bilgiye dayalı””- Yazarın "hangi vatan köşesinde gömülü olduğu dahi bilmiyoruz …Mezarı ortadan kaldırılmıştır - ” şeklindeki  beyan üzerine , rahmetli Cemal Gürsel’e yazdığım 6.1.1962 tarihli mektupta , merhum babamın mezarının Kasıman Köyünde olduğunu ve merhumun fikirleri gibi , mezarının da dimdik ayakta durduğunu , zira hem fikirlerinin hem de mezarının daimi bekçileri olduğumuzu arzetmiştim.

Rahmetli Cemal Gürsel’in sunuş yazısıyla 2.baskısı yapılan bu kitabın fiyatı 10—lira konulmuştu.…… 2.baskısı yapıldığında bölücüler başka bir eleştiri bulamadıklarından , sunuş yazısında yazılı şekli itibariyle mezar konusunu propaganda malzemesi yapmışlardır. 3.Baskı tarafımdan 1970 yılında 10000 adet basımı yaptırdım sunuş yazısındaki kısmı hem rahmetli Cemal Gürsel’e duyduğum bağlılık ve derin saygıdan, hem de bölücüler bunu konu yaparak , başka propaganda malzemesi yapacakları düşüncesiyle çıkardım.

1980 öncesi bölücüler bu defa da bu kitabı yasaklanmış kitaplardan olduğunu , ellerinde ve evlerinde yakalatanların ceza göreceklerini yaymakta,  kitabın satışını engelledikleri gibi elde olanları, imhasını sağladılar. 

1980 Türk Kültürü Araştırma Ensütüsü ile anlaşma yapılarak 4. baskısı sunuş yazısındaki mezarla ilgili , bölücülerin propaganda yaptıkları kısmın çıkarılması ve formüle edilmesi tarafımdan önerilmiş ve bu öneri uygun görülerek , tüm mirascıların vekili olarak da muafakatim alınarak eski mezar üzerine anıt mezar yapılmış ve rahmetli Cemal Gürsel’in sunuş yazısındaki yanlış bilgiye dayalı mezarla ilgili kısım çıkartılmış, ……

İstek ve Talep doğrultusunda Türk Kültürü Araştırma Ensütüsü tarafından 5000 adet kitap bastırılmış .” En son kitabın basımı da 2007 yılında IQ Yayın Evi Tarafından 3000 adet olarak bastırılmıştır. 

Gelelim en can alıcı konuya sizin ve diğerlerinin yaklaşımına uygun düşmesede Dedem Rahmetli Mehmet Şerif Fırat Hamidiye Alaylar, Şeyh Sait Ayaklanmasında Hormek aşiretini bu ayaklanmaya destek verme konusunda büyük gayret gösteren Amcası Halil’e rağmen, Devletinin yanında yer alarak milis kuvvetlerinde görev yapmış ve savaşmışlardır.” 

“Doğu İlleri ve Varto Tarihi”” ve “”Varto Mektubu”” kitabının yayınlanması Kürdistan sevdalılarının rahatını ve huzurunu kaçırmıştır.  Kürdistan sevdalılarını ihbar ettiği için aralarında husumet bulunan amcası Halil’in de bu sevdalılarla ilişkide olması ve en son Hınıs’a giderek Şeyhten talimat alarak pusu kurup dedemi öldürmüştür.

Örnek bir vatandaş Mehmet Şerif Fırat’ın torunu olmaktan, Rahmetle andığım ve bu mirası bana bırakan Babam Atila Fırat’ın oğlu olmak ve aynı görüş ve duyguyla hareket eden bir miracı olarak çağrıda bulunuyor ve öneriyorum“ “ NE MUTLU TÜRKÜM DİYENE” ”diyerek;  durumu böylece bütün açıklığı ile kamuoyunun takdirine arzederim.

Saygılarımla 
Mehmet Şerif Fırat...(torun)



"Rusların geri çekilmesi, yakılan ve yıkılan yerler ordumuz tarafından imara başlayıp kıtlık başladığı sırada; İnsanlar kendilerini toparlıyarak başkalarına saldırmayı göze almışlar, Bilhassa amcam Halil ağalık ve şöhret derdi ile ortaya atılarak,  1919 yılının birinci teşrin ayında Hınıs köylerini basmış bir miktar hayvan gaspederek Karine geçmiştir...Halil artık Kasıman’a avdet etmiş ve fakat başına topladığı ile çapulculuk ve zorbalığa başlamıştı. Bu hareket benim A.Haydar'ın hoşuna gitmiyor ve bizi ifrata sevk ediyordu...Halil,  A.Haydar'ı kandırıp işe sokmak istiyordu. Halil beni işine ortak etmek istiyordu. Bütün gayretine rağmen , beni fazilet yolundan ayıramadı." 

"1920 yılı ilk başından itibaren, Halil ve çeteleri bilhassa Hınıs üzerinden faliyete başladılar. Fakat umumu itibariyle her iki kuvvetin başı ve Hormek'lilerin umumi reisi Halil sayılırdı... Akrabalarımın halka zulüm etmeleri beni çok iğrendirir ve kendilerinden ayrı yaşardım." 

"Doğu illerinde hiç bir ıslahat yapılamıyordu ve Devlet nüfuzu işlemiyordu . Bu nazik durumdan istifade eden Hamidiye Alayları Sevr muhadesine dayanarak Kürdistan namı ile bir istiklal davası güdüyorlardı...Bu aşiret, ağalar ellerinde bulunan Hükümet silahları ile teşkilat ve faaliyete geçerek bir ittifak kurmuşlar ve civar kazalarda bulunan hükümet memurlarını Devlet kuvvetlerini kendilerine itaata mecbur bırakmışlar. Varto'nun Karaç köyünde bir toplandı yaparak Hormek ve Lolan Aşiretlerini de ittifaklarına dahil etmek için buraya davet etmişlerdir. Bu davete giden Halil A.Haydar ve bütün Hormek ve Lolan ağaları Halil Beyin bu fikrini red ederek Devlete sadık kalacaklarını beyan etmişlerdir." 

"...Hormek ve Lolanların bu hakimiyetlerini çekemiyenler Halil bey ...Erzurum'da bulunan 15.kolordu Komutanı K.Karabekir Paşa ile temasa geçerek bu aşiretlerin hükümete karşı kötü bir fikir taşıdıklarını beyan etmiş ve bu yüzden Hormek ve Lolan aşiretleri müşterek bir milis alayı teşkil ederek şark cephesinde Ermenilere karşı savaşmak için K.Karabekir Paşa’ya müracat ettikleri halde , Paşa Halil Bey’den aldığı fikir ve ilham üzerine, Hormek ve Lolan aşiretlerinin cepheye gitmesine müsaade etmemiştir." 

"Cibran aşireti ile Hormek ve Lolan aşiretleri 12 Temmuz 1920 tarihinde Kovik köyünde çatışmışlar. Halil Bey bu yenilgiden sonra ihbar ve şikayet üzerine Hormek ve Lolan aşiretlerinin tedibi ve Halil'in tenkili için Hamidiye Alaylarına ve genç mutasarıflarına aşiret reislerine emir ve talimatlar verilmişti...

Bu sırada ben Küzik köyünde idim. Çünkü amcam Halil ilk defa Hınıs halkına ve civardan gecen yolcuların talanına başladığı günden itibaren kendisi ile aramız açılmış, ben bu şeklin insanlıktan uzak bir hareket ve nihayet zulüm ve şekavet olduğunu ileri sürerek kendisinden ayrılmıştım...

Biz Halil ve diğer akrabaların bu hareketini takbih ettiğimiz halde Kovik müsademesinden sonra Halil Bey’in hadiseyi umumi bir isyan şekline çevirmesinden kuşkulalanlara işe müdahale ettik. Ve bu işin başına Veli Ağa geçti, beraber Kestemert Köyü’ne gittik. Ertesi gün Paşa ve Varto Kaymakamı, bir heyetle Kestemert köyüne geldiler. Halil Beyin isyan fikri ve Karaç içtimasında Hükümet aleyindeki halkı isyana davet ettiği Hormek ve Lolan aşiretlerinin bu kötü fikre iştirak etmedikleri için Lolan köylerine ilk hucumu Halil Bey tarafından yapıldığı, şekavet veyahut herhangi çapulculuk içinde masum halkın taraftar olmadığı ve halkın Milli Hükümete isyan değil ve bilhassa Milli Mücadele uğrunda vazife almaya hazır olduğunu bildirir bir mazbata yaparak, Muş Mutasarıfı Mustafa Paşa ile gelen iki yüzbaşıya verdik. Hükümet artık bütün Hormek ve Lolan halkının dehaletini kabul etmiş , yalnızca Halil ve çetelerinin takibine karar vermiştir. Bu sebepten dolayı Halil ve çetesi yüzbir yıl ceza almış bu sebepten dolayı firar etmiştir." 

Hayat ve Hatıratım kitabından alıntılar yaparak 1987 yılında rahmetli babam Atila Fırat yine dedeme karşı yapılan saldırılara karşın Açık Mektup (Hormek'den Notlar) adlı kitap.


Yine Hayat Ve Hatıratım adlı kitaptan alıntılarla devam ediyorum ;

"...1921 yılında Hormek ve Lolanlara gelince, bunlar Halit beyin hükümet yanındaki nüfuzundan çekinir, onun bu hareketine ve faliyetine dokunmaya cesaret etmiyorlardı. Bilhassa Halil evine çekilmiş çifçilik yapıyordu. Halil'in bu sırada eski nüfuzu kalmamıştı. Köy halkı ve köydeki akrabalar eski dedelerin ocağında bulunduğum için yavaş yavaş benimle kaynaşıyorlardı...

A.Haydar Harik’teki evine dönerken...akrabalar kendisine itaat ederek onu Halil'e karşı müdaafa çaresi olarak kullanmışlar ve Halil'in düşürmüşlerdir. 1922 yılında Cibranlı Kasım bey Varto Kaymakam vekili olarak görev ifa etmekte idi. Diğer aşiretlerin sükünet içerisinde bulunmalarından faydalanarak, suvari kuvvetlerini çoğaltmak ve silah teminine çalışmalar ve propagandaya öncelik vermişler. Cumhuriyetin ilanı ile Hamidiye Alayları kaldırıldığında, bu sefer bölücüler devleti rahatsız etmek ve bölgeye hakim olmak üzere dağlarda çeteler şeklinde faaliyet göstermişler, isyan hazırlığına başlamışlar ve dış destek arama yollarına başvurmuşlar." 

"Biz Şeyh Sait'in Kanireş’teki içtimaını ve Hormek ağalarına yazdığı mektup bilip okuduktan sonra isyanın başlayacağını hüküm etmiştik. Bunun için A.Haydar, Veli Ağa, M.Halit ve aşiretimizin diğer ileri gelenleri ile Canesanlı Seyit Ali Efendi’nin emri ile Üstükrar (Çaylar) köyünde toplanarak işi müzakere ettik. Bu toplantıda , her neye mal olursa olsun Hükümete yardım ve asilere saldırmaya karar verdik." 

Bu alındılar yoğunluklu olarak dedemin Amcası olan Halil’in akrabaları o bölgenin mülki amirliğine yalan beyanda bulunarak hapise attırdığı ve sürgüne yollattığını ifade eden yorumlar var. Ayrıca sizin çok değer verdiğiniz Halit bey köyde arazi davası yüzünden çok kişiyle kavgalı olduğu bu husumeti ve kavgayı önleyen kişininde dedem olduğu yazılmıştır. 

Çocukluk yıllarımda çok yoğunlukla köyümüze gittiğimde büyüklerimden aldığım bilgilerde bu şekildeydi. Daha sonra dedem “Varto Mektubu” ve “Doğu İlleri Varto Tarihi” adlı iki eserini bastırınca Aile fertlerinden birkaçı özellikle de Amcası, o bölgede Kürtlerle yakın ilişki içinde olmasından dolayı Halil’i çok rahatsız etmiştir. “Hayat Ve Hatıratım” adlı kitabında bu dönemle ilgilide şunlar yazmaktadır:

"Yazdığım Varto Tarihi’ni son bir defa gözden geçirdim . 5 Mayıs 1947 Tarihinde “Doğu İlleri Varto Tarihi” adlı kitabımı Kasım Selçuk bey vasıtasıyla maatbaya yolladım. Bu yıl aleyhimde çok gizli çalışmalar var. Kürtler her gün suikast'a hazırlanırken Halil ve diğer çapulcuları tahrik ve yaltaklık vazifesini üzerine alarak çalışıyorlardı. Ben bu tehdit ve tedbirleri görmemezlikten gelerek yoluma devam ediyorum. Hiç Kimseden çekinmiyor, istediğim yere gidip geliyordum. 11 Haziran 1948 tarihide kitabım bin adet basıldı. Kürtçülük taraftarları yüz çeviriyorlar ve bizden kaçıyorlardı. “Varto Mektubu” ve “Varto Tarihi” muhit Kürtçüler üzerinde derin tesirler yapmıştı." 

"1948 Ekim ayında Halil ve diğer Kürtçülerle aleni dost oldular ve hatta Halit Hınıs'a Şeyh'in yanına gidip direktif bile aldığı… Bunlar baharda bana suikastta çalışıyorlarmış ve hatta çok takip etmişler muaffak olamamışlar." 

Sonradan Amcası Halil daha önceden Hamidiye Alayı Ve Şeyh Sait İsyanıyla ilgili tutumu sebebiyle ve aşiretin elinden gitmesi sebebi ve daha önemlisi özünü inkar etmesi sebebiyle kin ve düşmanlık beslediği dedemi, Kürtçülerin maşası olarak bazılarının da talimatıyla dedemi öldürmüştür. Bu Halil’le ilgili çok yazılması gereken yazılar var ama yer işgal etmeme diğer konulara da cevap verme adına kısa tutuyorum. 

Gelelim akraba olarak lanse ettiğiniz T.C.vatandaşlığından çıkartılmış Alman vatandaşlığına geçmiş köyünde bulunduğu sürede gençlerin beyinlerini yıkıyarak, devlete karşı baş kaldırtan ve bunun içindir ki gençlerimizden bazılarını istikbalini yok eden bölücü örgüt PKK yanlısı, vatan hainin, özünü inkar etmiş Selim'e (akraba olarak görmediğim için bizim soyismimizi yakıştıramıyorum). 

Bu zatla ilgili Rahmetli Babam Atila Fırat'ın “Açık Mektup” (Hormek'den Mektup) adlı kitabında bu zatla ilgili düşüncelerini alıntılar yaparak sunuyorum.

"Bir de bu hususta kendi idolojisine uygun bir biçimde ifade eden ve aslını inkar etmede hiç bir sakınca görmeyen "Yeğeni "M.Selim Fırat'ın 22 Ekim 1986 tarihli, yurtdışında çıkan , gazetedeki yazısından ilgili paragraflar şeklindeki yazmakla, gerçek durumun mukayessesi yönünden ve ayrıca bölücülerin Türk Aşiret ve ailelerine karşı amaçları ile taktik ve metotlarının bilinmesi yönünde yararlı olacaktır. 

M.Selim yazısında; "...Mehmet Şerif Fırat'ın "yeğeni" olarak Fero Aşireti "bey"lerinin son dönemlerdeki ihanetlerini yakından izledim, ihbarlara şahit oldum. Ben ve benim gibiler küçük yaşlarda aşılanmak istenen Kemalist ideoloji ve devlet doktirinini, hayat içinde , toplumsal ve ulusal mücadele süresince red ettim. 20 yıla aşkın Kürdistan Ulusal Halk direnmeleri Kemalist devlet erkine zor yıllar yaşatmıştır....Hormek ve Lolan Aşireti reisleri ise T.C. milis kuvvet komutanlarıdır. Şerif Fırat’ın "Meşhur" "Varto Mektubu" döneminin gazetelerinde yayınlanır. T.C. üst düzeyinde tartışılır. T.C.'nin bölgedeki mutemet uşağı M.Ş.Fırat böylece T.C.'nin Kürdistan işgali sırasında oynadığı rolü sadık bir köle olarak sürdürmektedir."… gibi iddiaları ileri sürmüştür.

Bundan dolayı her türlü durum ve şartlar altında tüm vasıtalar ve imkanlar kullanılarak hedefine ulaşmak için bölgede engel teşkil eden Hormek ve Lolan aşiret beylerinin tesirsiz hale getirilmesi, yok edilmeleri ki bu yok edilenlerden birisi Babam Mehmet Şerif Fırat'tır; bu aşiret ve ailelerin parçalanıp bölünerek silinmesi amaçlanarak buna göre metod ve taktik uygulaması yapılmıştır.  

1980 sonrasında yine bölgede etkinliklerinin devam ettiğini göstermek yönünden; Devlet ve Milletine bağlı aşiret ve aileleri gözdağı vermek yönünden adam öldürme ve diğer terör olaylarını çekinmeden yaratmışlar. Buna örnekte 1980 Aralık ayında öldürülen Fero Beylerinden Haydar Fırat'ı ve diğerlerini göstermek mümkün. 

Mehmet Şerif Fırat...(Torun) 2008










"Ulusal varlığa karşı emperyalist güçlerce kışkırtılan Kürtçülük hareketine karşı Devlet, Ulus devlet anlayışını güçlendiren ve üstelik bölge halkından biri tarafından yazılan ve etnik aidiyet anlamında da Türklük vurgusu yapan bu esere, toplumsal amaca hizmet mantığıyla sahiplenmiş ve işaret ettiği gerçeği kamuoyuna sunmuştur. Doğu İlleri ve Varto Tarihi’nin, dönemin Cumhurbaşkanı Cemal Gürsel’in önsüzüyle yayımlanması, Kürt milliyetçilerini rahatsız etmiş ve bu nedenle de, eserin, bölgedeki Aleviler üzerindeki etkilerini kırmak için harekete geçen bu çevreler; sistemli bir şekilde Mehmet Şerif Fırat eksenli tartışma platformları yaratarak; bir taraftan Mehmet Şerif Fırat’a yönelik iftira ve karalama propagandalarına girişerek, ait olduğu toplumsal çevre üzerindeki etkisini kırmaya yönelmişler; öte taraftan bu platformlar üzerinden resmi tarih eleştirisine yönelmişlerdir.


Mehmet Şerif Fırat gerek siyasal bir aktör, gerek toplumsal bir lider ve gerekse bir aydın olarak önemli bir kişiliktir. O’nun Türk siyasal hayatındaki önemi, hiç kuşkusuz ki toplumsal bir lider olarak aşiretini ve ait olduğu toplumsal çevreyi, Cumhuriyete ve onun temel değerlerine bağlama konusunda gösterdiği hassasiyet ve bu konuda gösterdiği başarısından ileri gelmektedir. Bir aydın olarak Mehmet şerif Fırat, içinde yaşadığı toplumun sorunlarını tarihsel ve toplumsal bir kavrayışla ele almış ve ait olduğu toplumsal çevrenin Cumhuriyete, Ulus devlete bağlanması noktasındaki tutum ve değerleri bütün tarihsel gerçekliği ve tarihsel zeminiyle bilince çıkarmış ve bu zemin üzerinden Türk kimliği algısı geliştirmiştir."


Bir Kuvvayı Milliye Önderi: Mehmet Şerif Fırat / scribd  / pdf










Osmanlı arşivlerinde Hormeklerin Türkmen olduğu kayıtlıdır. Horasan' dan geldikleri söylenir ve Horasan'dan gelenlerin hepsi de Türk’tür. 

Birçok Kürt boyların Türk kökenli olduğunu yazan M.Şerif Fırat'ı destekleyecek en büyük kanıtlarından biri de ; Oğuz boylarından olan Karakeçililer ve Avşarlar’ın bugün için Kürt olarak anlatılmasıdır. KARAKEÇİLİLER ve AVŞARLAR ÖZ BE ÖZ TÜRK’TÜR . Oğuz boylarını bile Kürt diye lanse edenler, aklımızla dalga geçemezler.  - SB





ilgili: