26 Temmuz 2016 Salı

BÖLÜM XIV : VARTO BİNGÖL DAĞLARI









Varto ikliminin kuzey kısmını tamamen çeviren Bingöl dağları, 3650 ve 2000 km murabbındadır. Sonbahar ve kış aylarında başı dumanlı bulunan bu dağlara her yıl ekim ayının başında beyaz karlar yağmış bulunur. Bingöllere yağan bu karlar her yıl mayısın sonlarına kadar yerde durur. En çok ocak ve şubat aylarında bu dağlardan kopan heybetli kar kasırgaları ve fırtınalar, bütün muhiti toza ve dumana büründürür. Ve gök gürültüsünü andıran bir sesle ilçe köylerine fırtınayı haber verir. Bu fırtına günlerinde kimse köyden dışarı çıkmaz ve bazan yolda fırtınaya tutulmuş yolcular varsa ya boğulur veyahut bin müşkülatla kurtulur. Mayıs ayı başında Bingöllerin karları erimeye başlarken ilçenin her yanından dereler çoşar, silabeler kızıl birer şerit gibi yanyana akarak derelere dökülür. Bu sırada dağların en yüksek zirveleri ve dağ etekleri yemyeşil kesilir.


Çeşit Oğuz boylarının, Selçuk, Harzem, Ak ve Karakoyunlu beylerin eski bir çadır kurağı olan Bingöl yayları doğu illerinin en zengin ve gönül avlayıcı dağlarıdır. Bu dağların güney eteklerinde: Varto ilçesi… kuzey eteklerinde: Hınıs ilçesi ve Tatos ilçesinin Gökoğlan bucağının bütün köyleri… doğusunda: Hınıs merkez bucağıyle Hınıs’ın Halil-çavuş bucağı köyleri… ve batısında: Karlıova’nın Kurt-yüzü bölgesi ve merkez bucağının köyleri vardır.


Bingöllerin güney kısmındaki dik, ve yüksek ve çıplak etekleri ve bu eteklerin üstünden düz görünen Bingöllerin sırtı geniş bir ova halindedir. Bu kısmında binlerce soğuk ve berrak pınar gözelerini fışkırtan çayı ve çimenli yaylalar vardır. Bu alandaki yaylalardan akan pınar gözeleri birleşerek yalnız Varto toprağında akan akıntılarda: Mengel, Kasmen, Civarik, Harik, Sorpalak, Sofyan, Köşkar, Hoşan nehri ve çaylarını teşkil etmişlerdir.


Bingöllerin doğu kısmı, taşlık ve sarp olmakla beraber aşağı eteklerinde sık pelit, ve kavrak meşelikleri vardır. Bu meşelerin içinden derin ve korkunç dereler geçer. Bu meşelerden yukarı görünen dağların sırtları sarp ve arızalıdır. Bu arızalı ve çıplak arazi içinde yer, yer görülen yeşil çayır kümelerinden ve yalçın kayalardan sayısız pınarlar akar. Bu gözelerden çıkan tatlı ve soğuk sular, bu kısımda derin ve karanlık dereler ve taşkın çaylar meydana getirmiştir. Mişko, Şahverdi, Benzer, Kurdu, Gündor dereleri adını alan bu deli çaylar, doğuya doğru akarak Hınıs ovasından geçip Malazgirt-Bulanık arasında Heftrenk nehri adıyla Murad’a dökülür.


Bingöl dağlarının kuzey cephesi çok geniş, az meyilli ve tamamen çayır ve çimenli olmakla beraber, arızalı ve dalgalıdır. Bu kısımda binlerce göze mevcuttur. Bazan bir çayırdan yanyana kırk-elli pınar akıyor ki, bunlara (kırk-pınar) adı verilmiştir. Bingöllerin kuzey kısmından çıkan bu sular ikiye ayrılmıştır. Kuzey doğu gözeleri; Harabe, Suvaran, Karakilise, Şeytan, Kosan, Güzeldere, Kalecik adlı yedi dere teşkil etmiştir ki, bu taşkın ve acayip dereler; Hınıs merkez bucağının Çarek köylerinden akarak ilçenin yanında birleşir, ilçe merkezinin şimal ve cenubundan geçerek Hınıs ovasının biteceği yerde Bingöllerin doğu kısmından kopup gelen Şahverdi, Zoru deresi nehriyle birleşip “Heftrenk” adı altında Murad’a karışır. Bu nehir Murad’a karışırken Murat’tan daha kuvvetlidir. Varto ilçesi alanında Murad’a karışan sular, ve yine fazlası Bingöllerden çıkan Kığı-Pertek nehri, ve Heftrenk suyu hesaba katılırsa: Murat nehrinin üçte ikisini yalnız Bingöl dağları teşkil ediyorlar.


Bingöllerin kuzey ve kuzey batı kısmının Kazangölü, Koğ ve çşit göllerle Kırkpınarlar ve sayısız gözlerinden çıkan sular, (Şuşar) Gökoğlan bucağı bölgesinde birleşerek Aras nehrini çok kuvvetli olarak teşkil ederler. Aras nehrinin menbaı Bingöl’ün Kazan gölüdür.


Bingöl dağlarının batı cephesi tamamen meyilli ve zengin meralardır. Bu mera ve yeşil çayırların bağrından fışkıran tatlı ve soğuk pınarlar, Karlıova’nın Kurt-yüzü mıntıkasında Kığı nehrinin fazlasını teşkil ederler, bu nehrin diğer kolları Şakşak dağlarından kopar gelir. Bu nehir Kığı’dan geçerek Pertek ilçesi alanında Elazığ ilinin Adiliye köyü önünde Murat nehrine dökülür.


Bingöl dağlarının bütün pınarları soğuk, berrak ve lezzetlidir. Bu suya alışmadan bir kimse bir bardak suyu iki üç nefeste içemez. Buz gibi soğuktur. Bütün gözeler kumdan kaynar. Hiçbir göze yosun tutmaz. Asla şişkinlik vermediği gibi, hazım ve sıhhat için yegane ilaçtır. Bu dağların sayısız pınar ve göllerinden ötürü eski Türkler bunlara (Mik-Bulak) yani Bin-Pınar adını vermişlerdir. Bu ad sonradan Akkoyunlu hükümdarı Uzun Hasan Han tarafından Bingöl’e çevrilmiştir. Uzun Hasan küçük bir göl kaynağında, bir ördek yıkıyan hizmetçisinin elinde bu ördeğin sağalarak uçtuğunu ve hükümdarın bu gölü, göllerin çokluğundan ötürü bulamadığını ve bu suretle bu dağa Bingöl adını taktığını rivayet edilmektedir. Halen Koğ kalesinin (Koğ Tepesi) önündeki göller üzerinde sayısız çadır çevirmeleri vardır. Bunların Uzun Hasan’a ait olduğunu söyleyenler vardır.


Bingöl dağlarının 3650 rakımlı tepesinin başında geçmiş yüzyılların karanlığı içinde harap bir hale gelen çok eski bir kalenin aşınmış duvarları vardır. Bu kalenin başında yetmiş yıl önce bir üzüm ağacı kökünün görüldüğü rivayet edilmektedir. Bu rivayet ve efsanelere göre, binlerce yıl önce doğu illerine hakim olan bir Türk kıralı, kızının genç nişanlısı ölmüş, nişanlısının ölümünden artık elini dünyadan çeken kız, babasına yalvararak bu kaleyi yaptırmış,ve bir kışlık yiyeceğini alarak iki kız hizmetçi ile bu kaleye kapanmış. Ocak ayında Bingöller korkutucu fırtınalariyle ortalığı çınlatırken bu kaleden çıkan müthiş seslerden zavallı kız fazla korkarak öölmüş ve yazdığı kısacık vasiyetnamesinde: “Baba, bilmiş ol ki, ben ne açlık ve ne susuzluktan ölmedim. Ben dağların heybetli bağırışından korkarak öldüm” demiştir.


Bingöllerin en yüksek noktasında kurulan bu kale tepesinin seviyesinde sıra ile iki tepe daha var ki, bunların her üçüne de Koğ adı verilmiştir. Bu tepeler uzun bir keskin sırtın üzerinde birbirinden yarım saat uzaklıkta kurulmuş yalçın kayalı, uçurumlu ve korkunç tepelerdir. 3650 ve daha yüksek bir rakımda olan bu tepelere şafakta gidilince güneşin doğuşu burada acaip bir manzara arzeder. Güneş doğarken bir kara çadır parçası gibi kara ve heybetli görünür, sonradan yükseldikçe kızıllaşır ve daha sonra sarılaşır. Yükseldikçe titreye, titreye küçülür bir mızrak boyu kalkınca ziya saçar ve tabii halini alır.


Kale tepesinin her tarafı ve bilhassa kuzey cephesi 800 metre yüksekliğinde korkunç bir uçurumdur. Bu tepe ile aynı seviyede olan diğer iki tepeyi on kilometre uzunluğunda olan keskin bir silsile birbirine bağlamıştır. Bu silsile Bingöllerin üstünden 600 metre yücedir. Bu keskin silsilenin kuzey cephesi tamamen dik ve sarp bir duvar halindedir. Bu yalçın seddin kıvrımlarında ve bu kıvrımların kuşattığı dalgalı araziyle uzun ve geniş çayırlar ve büyük taş çevirmeler içinde yüzlerce göl vardır. Bu göller 15-20 metre derinliğinde 100-200-300 ve 500 metre murabbaında çeşit göllerdir. Bu göllerin hepsi de birere kaynaktır. Sular soğuk ve lezzetlidir. Her gölden bir değirmen arkı kadar su çıkar.


Bu göllerin arasındaki geniş çayırların başında, yüzlerce eski çadır yerini gösteren dikili taşlar ve çevirmeler vardır. Bu göllerin en büyüğü, meşhur Koğ kalesinin ta burnuna sokulan Kazan gölüdür. Kazan gölü ile beraber bu göllerden ve kırk-pınarlardan ve diğer gözelerden çıkan sular çeşit derelerde birleşip Aras nehrini kuvvetli olarak teşkil ederler. Bu sahada Şuşar, Gökoğlan bölgesi köylerinin otuza yakın yaylaları vardır.


Bu kale silsilesinin doğusunda: Hınıs merkez bucağı köylerinin yaylaları ve kalenin güneyine düşen Bingöllerin çimenli göğsünde Üstükran bucağı köylerinin yaylaları vardır. Otuz kırk yayla yeri olan bu sahanın Karlıova hududuna kadar uzanan kısmı düz bir ova halindedir. Dağın batı eteklerinde Karlıova köylerinin yaylaları, doğu ve kuzey doğu kısımlarında Hınıs’ın merkez bucağı ile Halil-çavuş bucağı köylerinin elliden fazla yaylası vardır.


Senenin yaz aylarında Bingöllerin etrafında bulunan birkaç ilçenin bütün köyleri, koyun ve sığır sürüleriyle bu dağlardaki yaylalara çıkarlar. At ılgıları çayırlarda başıboş dolaşır, kırk gün burada otlayan bir at adeta değişir, ve tanınmaz bir hale gelir. Bunlardan başka Palo, Viranşehir, Diyarbakır’dan gelen tüccarlar ve Beritali göçebeler yüzlerce aile ve çadır halkı, sayısız ticaret ve sağın sürüleri, at ve deve ılgılariyle Bingöl’ün çeşit yerlerine konar, üç ay burada eğlenirler.


Bingöl dağları yaz aylarında birkaç şehir şenliğini andıran bir varlık ve yaşam diyarıdır. Bu hayat tazeleyici yaylalara çıkan binlerce ailenin varlığiyle baştanbaşa şenlenen Bingöller; dirilik, esenlik, güzelliğin canlı bir timsalidir. Yeşil çayırların başından fışkıran inci bulakların üstünde büyük kara çadırlarını kuran yaylacıların her türlü kederden uzak yaşamaları ve yıldızlar kadar sık ve ışıklı olan bu yaylalarda zaman zaman yükselen, düğün ve bar şarkıları, davul ve zurna sesleri, çadır meydanlarında cirit oynayan gürbüz delikanlıların haykırışları ve bozkırlarda yayım yayan mor koyun sürülerinin başında tutuşan çobanların kaval sesleri, kolkola takıp koyun sağmağa giden al, yeşilli gelin ve kızların teraneleri gönülleri sevdaya sürükliyecek birer şiir levhası gibi füsünkar ve cazibelidir.





SON











önceki bölüm      anasayfa      





Orta Asya Türk TAŞBABALARI Anadolu'da da devam etmiştir...






Türk milletinin ve Türk devletinin, kendi parçası olan Doğu Anadolu halkına olan sevgi dolu bakışının, rahmetli şair Kemalettin Kamu’nun “Bingöl Çobanları” adlı şiirinde, erişilmez bir güzellikle âdeta dile getirilmiş olduğunu görürüz. Bütün manâ yükü ve sevgi yumağı ile onu gönülden paylaşıyor, son iki mısraını Doğulu Türklerimize armağan ediyoruz:

“Gönlümü yayla yaptım, Bingöl çobanlarına;
 Bingöl yaylalarının, mavi dumanlarına.”


Prof.Dr.Mehmet Eröz
Doğu Anadolu’nun Türklüğü  
İstanbul, 19 Ocak 1982


Doğu Anadolu'nun Türklüğü kitabının önsözü:

"Hoca 1965’de yazdığı “Kürtlerin Menşei ve Türkmenlerin Kürtleşmesi” (İ. Ü. İktisat Fak. Sosyoloji Konferansları, Beşinci Kitap, 1964-1965) adlı makalesindeki “Kürtleşen Türkler” kavramını kullanmış. Bu kavram hakkında hiçbir eleştiri ve yorum gelmemiş olmakla beraber, kedi araştırmalarıyla konu. Hasan Hayri Bey ve M. Şerif Fırat gibi, Ziya Gökalp de ‘Kürtleşme’ hâdisesinden bahseder…


“Vaktiyle biz de aynı şekilde, bir ‘Kürtleşme’ hâdisesinden bahsediyorduk. Fakat sonraki araştırmalarımızın ışığında, bu kültür değişmesine, böyle bir karşılık bulmanın doğru olmadığı kanaatına vardık... Bundan dolayı biz bu vetîreye (prosese), ‘Yabancılaşma’, ‘Türkçeyi kaybetme’ adını veriyoruz demiş. Eğer hoca “Kürtleşen Türkler” makalesini, yazdığı yıllarda tartışma olmuş olsaydı, belki de görüşlerini değiştirmek için on yıl bekleyemeyecekti.”


Temel kavramlardan biri olan “millet” ile “ırk” kavramlarının ne olduğu karıştırılmaktadır. Oysa bu kavramlar gayet açıktır, “millet” sosyoloji ve tarih, ırk ise biyoloji kaynaklıdır. *


Bu satırların yazarı yirmi dört Oğuz boyundan biri olan Avşarlar’ın (Türkiye’de nüfusu en büyük olan boy) Torunlar oymağındandır. Bilindiği gibi Avşarlar, Oğuzların dışa en kapalı boylarından biridir. Torunlar ise Avşarların Bey grubundan olup, Avşar boyu içinde dışarıya en kapalı olan oymaktır. Buna rağmen Türkiye’deki Torunların bir kısmı Zazaca, bir kısmı Kürtçe, bir kısmı Türkçe konuşmaktadır. İnanç olarak bir kısmı Sünnî, bir kısmı Alevîdir. Diğer yandan Van’da yapmış olduğumuz bir araştırmada Kürtçe ve Türkçe konuşan Torunların, köklerini Nâdir Şah’a bağladıklarına şahit olmuştuk. Bunlardan Kürtçe konuşana göre Nâdir Şah bir Kürt beyi, Türkçe konuşana göre bir Türk beyidir. Tarihî kayıtların açıkça ifade ettiğine göre Nâdir Şah İran’da “Avşar Devleti” adıyla devlet kurmuş olan bir Avşar beyidir. Avşarlardaki bu sosyal yapı özelliği Beydili, Döğer gibi diğer boylarda da görülmektedir. Yani bu boylardan olan bazı oymak veya aşiretlerin durumu Torunlardan farklı değildir.

Bu durumdan haberdar olmayan ya da olmak istemeyen, fakat insanlara konuştukları dilden hareketle kimlik pazarlayan, “etnik kimlik inşacıları”nın nasıl bir kimlik hazırlayacakları merak edilmeye değer."

Mustafa Aksoy
Fatih/İstanbul, Ekim 2015



“Kendilerini Kürt sananlar, kendilerine bir sorsunlar: Neden Fars değil de Türk kültürünü kullanıyoruz?”

Sanat insanların ve sosyal grupların fiziki-sosyal dünyayı algılama ve yorumlama tarzıdır. Başka tabirle sanat duygu ve aklın ürünü olan gelenektir. Gelenekler ise mitolojik ve tarihte kökleri olan yaşama sürecini ifade eder. Sosyal bilimler yapıları gereğe siyasal düşüncelerle yakından ilgilidir. Mesela bir araştırmacı ne kadar bilim için bilim yapsa da onun bulgularını birileri istediği takdirde rahatlıkla siyasallaştırabilir.

Çünkü tek tip eser okuyanlar, sadece okuduklarını gerçek sanıp, haberdar olmadıkları ya da sahip oldukları bilgilerin dışındaki farklı görüşlerle ilmi bilgilerin siyasallaşmasına sebep olabilirler. Mesela Bender, bir bilginin siyasallaşması konusunda önemli iddialarda bulunarak şöyle der:

“Tanınmış halı bilginleri de halı ve kilim dokumacılığının Kürtler tarafından icat edildiğini, İranlılarla Türklerin bu sanatı sonradan Kürtlerden öğrendiklerini öne sürmektedirler… Halı ve kilimin vatanı Zağros yöresidir…Kürt halıları geometrik desenli halılar ve çiçek-bitki desenli halılar olarak iki büyük grupta toplanır.”

Bender’in bu görüşü, konu hakkında ilmî çalışmalar yapanlarca doğrulanmamaktadır. Çünkü halı, kim ve benzeri dokumalarda kullanılan geometrik, yani simetrik örneklerin Türklere, çiçek ve bitki, yani asimetrik örneklerin ise Farslara ait olduğu konunun uzmanlarınca kabul edilmektedir.

Pazırık Kurganı’ndaki buluntularda at üzerindeki askerin pantolon giydiği, (Hint-Avrupalıların pantolonu M.S. V. asırdan itibaren giymeye başlamışlardır.) halıdaki geometrik damgalar ile atın koşum şeklinin Hint-Avrupalı hakların kullandıklarıyla ilgisiz olduğu yapılan basit bir araştırma ve karşılaştırmayla dahi anlaşılır.

İskit’lere ait olduğu söylenen arkeoloji ve etnografya eserleri üzerindeki damga ve süslemelerin Türklerin otantik damga ve süslemeleriyle örtüşmektedir.

Görsel kaynaklar üzerindeki damgaların, nasıl ve hangi şartlarda Doğu Türkistan’dan yola çıkarak, Altaylar’da, Damal’da, Çamlıhemşin’de, Isparta’da, Balıkesir’de ve benzeri Türk kültür coğrafyasında görülmelerini izah etmek zorundadırlar.

Sonuç olarak, bu damgalar Türk tarihin bilinen kadim dönemlerinden günümüze kadar gelmişler ve taşıdıkları anlamlarla tarihe şahitlik etmişlerdir. Çünkü onlar başka halkların geleneksel, yani otantik kültürlerinde yoktur.


"Tarihin Bilinen İlk Pantolonundan Türkiye’ye Gelen Damga"
Mustafa Aksoy / devamı
Türk Dünyası Tarih Kültür Dergisi, Sayı 346, 2015





* Ve bizlerde Beyaz Irk dedikleri Kafkas Grubuna gireriz, yani onların deyimiyle ARYAN'ız. Hiçbir şekilde ne Rus ırkı, ne İngiliz ırkı, ne de Alman ırkı ... vardır. Türklerde millettir, Ruslarda, İngilizlerde, Almanlarda... ama Türkler çok boylu bir millettir, işte batılıların anlamadığı şey budur…. SB.



Gerçeği Görenlere...

BÖLÜM XIII : Coğrafya Bakımından Varto





Varto İlçesi: Doğuda, Hamirpet (Hanmirbey) dağları, Hınıs ve Bulanık ilçeleriyle, batıda; Mengel gediği, Palangöl ve Karlıova ilçesiyle, kuzeyde; Bingöl dağları ve Hınıs ilçesinin merkez ve Gökoğlan bucaklariyle ve güneyde; Şerafettin dağları ve Muş merkez ilçesinin Sakavi ve Ziyaret bucaklariyle çevrilidir.


Varto ilçesinin, merkez Karaköy ve Üstükran adlı üç bucağı vardır. Merkez nahiyesi: (Varto Merkez) Üstükran ve Karaköy bucaklarının tam ortasındadır. İlçe merkezi Hoşan ve Köşkar sularının çevirdiği 1750 rakımlı, ve 20 km murabbında olan Varto ovası üzerinde kurulan, Varto-Gümgüm kasabasıdır. Merkez nahiyesi, bu ova ile beraber, kuzeyden Bingöl dağlarına ve güneyden Şerafettin dağlarına doğru yükselen 1800-1900 rakımlı dağ, etek, çıplak, kısmen meşeli ve arızalı arazide kurulan 50 pare köyden ibarettir.


Üstükran Bucağı: Varto ilçesinin batısında, Kasman, Sofyan derelerinin ayırdığı 1800 rakımlı Üstükran ovasiyle, Bingöl dağlarının eteklerinde kurulan 1850-1900 rakımlı köylerle beraber 23 pare köyden ibarettir. Nahiye merkezi; 15 km murabbaında olan Üstükran ovasının ortasında kurulan Büyük Üstükran köyüdür. Nahiyenin yüz ölçüsü 200 km murabbaıdır.


Karaköy Bucağı: Varto ilçesinin doğusunda Hamirpert ve Hanşeref dağlarının yükselttiği çıplak dağ eteklerinde kurulan 21 pare köyden kurulmuştur. Bucak merkezi, Selçuk köyünden ve Hampirpert gölünden akan geniş bir su vadisi içinde kurulan Kiranlık köyüdür. 1900-2000 rakımları arasında bulunan bu nahiye köylerinin toprağı etli, kuvvetli ve ekime elverişlidir. Dağ eteklerinde bulunan köyler, kısmen sulamadan mahrumdur. Yağmurlu yıllarda çok iyi ürün veren bucağın Murat nehri kıyısına düşen köyleri ,ağaçlı, meşeli ve daha verimlidir.


Varto ikliminin dörtte üçü sulak ve toprağının fazlası verimlidir. Bu verim uzun süren kışın hava şartlarına göre, bazı yerlerde bire on iki ve on, bazı yerlerde de bire sekiz, altı ve beştir. İlçe yüz ölçüsü miktarının üçte ikisi, biçilmeye ayrılan çayırlarla, meralarından faydalanılan dağlardır. Bölgenin her yanı ot, çayır ve çimenle doludur. Hayvanlar yazın meralarla, kışın çayırların kuru otiyle beslenir.


İlçenin iklimi sert, kışı sürekli ve soğuk, kar ve kar fırtınaları pek fazladır. Yaz mevsiminin temmuz ve ağustos ayları orta derecede sıcak geçer. Birinciteşrin (ekim) ayının başında soğuk havalar başlar. Bahar ve yazdan fazla bir kış iklimi olan Varto bölgesinde 3-4 yılda bir kere kasım ayı ortalarında bol miktarda karlar yağarak nisan ayının son günlerine kadar bütün muhiti örter. Böyle yıllarda sonbaharda ekilen yeşil ekinler kar altında fazla kaldığı için çürür. Çiftçi tam mahsul alamaz. Bu zor şartlı yıllar hesaptan çıkarsa normal giden yılların cümlesinde birincikanun ayının başında ilçe muhitini örten kar, ovalarda 1-2 metre, dağlarda 3-4 metre kadar düşer. Bu karlar nisanın ilk haftasına kadar yerde kalır. Böyle yıllarda sonbahar ekinleri fazla zarara uğramaz, nisanın ortasında ve sonunda ilkbahar tohumları ekilir. Ekinler gelişir, sonbaharda alınacak mahsül ilçenin bütün ihtiyacını karşılar ve hatta civarına ihracat yapılır.


Bahar ve yaz mevsiminde ve hatta sonbaharda Varto’nun birçok kesimlerinde çoşkun dereler ve çaylar çağlar, yağmurların verdikleri kuvvetle bölgenin her yanı yemyeşil bir halı gibi süslenir. İlkbaharda muhitin her küçük arkından bile sular çoşkun akarken, bütün dereler taşkın sarı seller halinde ortalığı çınlatır. Derin derelerden müthiş sesler çıkar, dere kıyılarındaki kızıl ağaçlar arasında sürülerce koyun ve kuzular meleşir, sarı sellerden yüksek ağaçların dallarında yuvalarını yapan bülbüllerin ötüşleri gönülleri hayran eder. Bingöllerin dik yamaçlarından inen sayısız taşkın sular arasında çeşit çiçekli çayır ve çimenli arazi parçaları gözlere çarpar.  Bu renkli levhalarda küme kümei koyun ve sığır sürüleri dolaşır, boğalar, camuşlar dövüşür, atlar kişler, koyunlar baharın aşkıyla inler, kuzular tatlı tatlı meleşirdi. Kışın arasız kar sağnakları bu güzel manzaraları değiştirir, bütün muhit, şimal buz mıntıkasına döner, haftada birkaç kere Bingöl dağlarından kopan heybetli kar, kasırgaları, beyaz bir duman halinde bütün bölgeyi ve gökyüzünü kaplar, dağların müthiş bağırışı kulakları çınlatır durur.


Varto ilçesi ikliminin dörtte üçü çıplak ve ağaçsızdır. Ancak ilçenin doğu hududundaki Murat nehri kıyılarında bulunan Karaköy bucağının bir kısım köylerinde ve merkez nahiyesinin kuzeyindeki Bingöl eteklerinde kurulan birkaç köyde ve ilçenin güney hududundaki Şerafettin dağlarının eteklerinde bulunan Karameşe ve civarında, ve Üstükran bucağının güneyine düşen Çapanik dağlarının yamacında olan Kasman, Ameran ve Badan köylerinde birçok pelit, kavak ve kara ağaç meşelikleri vardır. Bunlardan başka Varto ilçesi alanından geçen birçok dere kıyılarında kendiliğinden bitmiş kızıl söğüt, suphan, buzu, kavak ve kırmızı ağaçları ve ilçenin birçok köylerinde dikilmiş ve yetiştirilmiş kavak ve söğüt ağaçları vardır.


İlçe ikliminin fazla yüksek, karlı ve soğuk olması ve karların altı ay yerde kalması yüzünden halk yemiş ağaçlarını dikmemiş ve diktiklerini de kurutmuştur. Nisbeten sıcak ve sahil bulunan ilçe merkezinde son çağlarda bazı yemiş ağaçları dikilerek semeresini vermiş, bu kasabada büyük bir azimle çalışan ve ilçe dahilinde bir mahalle teşkil edecek kadar ev ve dükkan yapan tüccar Ahlatlı İsmail Aktaş ile beraber Sadık ustanın büyük bir gayret ve yurtseverlikle yetiştirdikleri dut, vişne, erik, ceviz ağaçlarından meydana getirilmiş iki bahçe vardır. İlçe merkezinin gübey kısmından geçen Varto nehri kıyılarında bulunan “Haraba Yakup” köyü sırtlarında bir miktar yabani fındık ile yabani üzüm kümeleri ve üzüm bağlarının pek eskimiş çevirmeleri gözlere çarpmaktadır. Varto nehrinin kıyılarında eski bir kale veya şehir yeri vardır. Bu bağların ve fındıkların asırlar önce burada yaşayan ve medeniyet kuran Türk kavmi tarafından vücuda getirildiği sanılmaktadır.


Varto ilçesi merkezinin içme suları bol, ve gayet iyidir. Hoşan deresinden akan büyük bir ark, ilçenin her tarafını sular. İlçe evleri taş ve kerpiçten yapılmış, yüksek ve alçak tipdeki evlerdir. İlçe merkezinde iki yüze yakın aile var. İlçenin 110 köyü ve yirmi bine yakın nüfusu vardır.


Varto ilçe merkeziyle ovada kurulan köylerin hepsinde bostanlar ekilir, orta miktarda hıyar, karpuz, kavun, biber, domates, patlıcan, lahana, kocabaşı, fasulye gibi sebzeler elde edilir. Üstükıran bucağının dere köylerinde bir miktar bostan ekilir.


Varto ikliminde ekilen hububat; yazlık kızıl buğday, güzlük topik buğday, köse buğday, çavdar, mahlut mısır, kumdarı, akdarı, nohut, mercimektir.


Varto Gölleri: İlçe hududunun doğuda Hınıs ve Bulanık ilçeleriyle birleşeceği bir noktada, Karaköy bucağının İskender köyü başında bulunan Hamirpet dağlarının 2500 rakımlı göğsünde 20 ve 30 km. murabbında ve tahminen 200 metre derinliğinde iki göl vardır. Bunlara (Mamirbey) Hamirpet gölleri denilmektedir. Bu göllerin suları tatlı, berrak ve soğuktur. Bunlardan çıkan sular bir dere teşkil eder. Bu dere Hamirpet gölünden İskender köyü yanından bucak merkezinden akarak Murad’a dökülür. Bundan başka Üstükran bucağının Mengel köyü ile Karlıova’nın Kargapazar köyü arasındaki Mengel gediğinde 2000 rakımlı bir noktada (Gölbahri) adlı derin bir göl vardır. Bu göl de bir kaynaktır. Suyu mavi ve yüz ölçüsü 3 km. murabbaıdır. Bu göllerden başka ilçenin hududuna giren Bingöl dağlarının çeşit yerlerinde suyu lezzetli, soğuk ve birer kaynak olan birçok göller vardır. Bu göller Aras nehrinin tamamen menbaını ve Murad’ın bir kısmını teşkil eder.


Varto Alanındaki Nehir ve Çaylar

1-  İlçenin doğu hududunda olan Karaköy bucağı köylerinden doğu kuzeyden güney batıya doğru akarak Muş ovasına doğru giden Murat nehri.

2-  Şerafettin dağlarından çıkıp, batıdan doğuya doğru akan ve Varto merkez bucağının bir kısım köylerini sulayarak Çarbur vadisinde Murat nehrine dökülen Baskan-Varto nehri.

3-  Bingöl dağlarının Taçcı yaylası ve civarındaki gözelerden birikmiş, kuzeyden güneye doğru akan ve ilçe merkezinin doğusundan geçerek Baskan ve Köşkar nehirleriyle birleşen Hoşan suyu.

4-  Bingöl dağlarının Ger ve Koğ yaylalarından akıp, kuzeyden güneye doğru Alagöz geçidinde Hoşan suyunu içine alan Köşkar nehri.

5-  Bingöl dağlarının Caneseran yaylası ve civarındaki yaylalardan çıkan ve sayısız pınar gözelerinden toplanıp, Mengel deresinden batıdan güney ve güney doğuya doğru Üstükran bucağı köylerinin bir kısmını sulayarak merkez bucağının Gündemir köyü civarında Varto-Baskan nehriyle birleşen Kasman nehri.

6-  Bingöl dağlarının Tatan yaylasından kuzeyden güneye doğru akarak Üstükran nahiyesi köylerinin birkaçını sulayan ve Tatan köyü boğazında Kasman nehriyle birleşen Sofyan suyu.

7-  Bingöl dağlarının Ali-Murat, ve Şaman yaylalarından kuzeyden güneye doğru akarak Üstükran nahiyesi merkezinin sağ ve solundan geçen ve nahiye ovasındaki köylerin arazilerini sulayarak Kasman nehriyle birleşen Sorpalak çayı.


Bu nehir ve çaylardan başka Civarik, Çor ve Harik derelerinden ve ilçenin birçok kesimlerinde pınar gözelerinden çıkan sular arklara bölünerek Üstükran bucağı ile ilçenin diğer kısmındaki araziyi sular.


Bu nehir çay ve göllerin ilçe bölgesinden akmaları, kaza dağlarının zengin ve sulu bulunması yüzünden bütün Varto iklimi bol otlu, çayır ve çimenlidir. Bu zengin çayır ve meralar, sayısız koyun, keçi ve sığır sürülerini beslemeye elverişlidir. Bundan başka bakılmış özel çayırlarda bir metre boyunda yükselen yeşil otlar yaz aylarında tırpanla biçilerek hayvanatın bütün kışlık yemleri elde edilir.



Varto nehirlerinin Bingöllerde gözelere yakın kısımlarında alabalık ve aşağı kısımlarında sarı-balık cinsleri yaşar. İlçenin bütün ikliminde kurt, tilki, sansar, tavşan bulunur. Dağ ve meşeli yerlerde bol ayı ve domuz vardır. Bingöllerin en yüksek kale ve yalçın kayalıklı yerlerinde dağ keçileri ve geyikler vardır.









Bölüm XII : Varto Halkının Konuştukları Dil, Erkek, Kadın ve Soyadları






Kitabımızın yukarı bölümlerinde açıkladığımız gibi, Varto’da oturan halkın bir kısmı Yavuz Sultan Selim tarafından Anadolu’dan doğuya kaldırılan yakın çağ Türklerinden olan Cibranlı aşireti ve diğer kısmı da Harzem Türklerinden olan Hormek ve Lolan Alevileridir. Yine kitabımızın birçok yerlerinde tesbit ettiğimiz gibi bu her iki kabile de Yavuz Sultan Selim’den sonra öz Türkçe dillerini, doğudaki Kurt-baba ve Dümbeli Dağlı Türklerin o çağda konuştukları Kormançi ve Zazaca ile karıştırmış ve bugün fazlası Türkçe olan bir Zaza ve Kormançi dil halitesiyle konuşmuşlardır.


Hormekliler Horasan’dan Erzincan’a ve oradan Dersim’e sığınarak 835-1419 yılına kadar Türkçe ve ondan sonra Zazaca konuşmağa başlamış ve Dördüncü Sultan Murat devrinde H.1044 de Varto ve Kiği bölgelerine yayılmışlardır. Bu halk, bugün Varto Üstünkran bucağının, Caneseran, Kasman, Civarik, Badan, Hamu, Tatan, Danzig, Rakasan, Sofyan, Şaman, Şorik, Muskan, Haşhaş, Harik, Zengel, Mengel, Kuzi, Ameran, Büyük ve Küçük Üstükran, Çorşan köylerinde ve Karlıova’nın, Y.Şorik, Çiftlik, Kamişan köylerinde ve Kiği, Kârir bölgesinin Darahi, Hırçık, Kurdan, Maskan, Kürikân, Pircan, Sağıyan, Şirnan, Yekmal, Teymurtaş, Ağbinek, Çerne köylerinde ve Pilümer ilçesinin, Karagöl ve Tervan’ın Yukarı Ağuşen, Göller, hölenk köylerinde ve Erzincan’ın Silepür bucağının Büyükköy, Dalav, Şavşek köylerinde, Refahiye ilçesinin Gavur-yurdu, Halitler, Eski-konak köylerinde ve Nazmiye’nin Civarik, Balık, Hormek, köyleriyle Hınıs ilçesinin Koşan, Suvaran, Kolink, Harabe, Karamolla köylerinde ve Göle ilçesinin Konduk ve Gülistan köylerinde oturmaktadırlar. Bu halkın Varto ve Kiği’de bulunanları Zazaca ve Kars, Refahiye ve Kuruçay’da olanları Kormanci ile konuşurlardı.


Yukarıda geçen fasıllarda kısmen belirttiğimiz gibi, herhangi bir milletin ana dili olmayan Zaza ve Kürtçenin tetkikinde, bu dillerin aslen Türkçeden kopmuş ve sonradan Zint, Kildani, Farisi, Ermeni ve Arapçadan yığılmış bir dil ve söz yığını olduğu anlaşılmaktadır. Ari ve Midyalalı lehçelerden başlıyarak Türk ve İran dilinin karışık bir halitesi olan bu dil hakkında tarihler kati bir fikir yürütmemişlerdi. Bazıları bu dilin milattan önce İran serhatlerinde yaşıyan Turani bir kavme ait olduğunu iddia etmiş ve buna Çeçen, Çerkes, Legi dillerini misal göstermişlerdir. Fakat biz bugün bu dillerin konuşmasına bakarak ve kelimelerini tartarak bunun asılsız ve hiçbir milletin malı olmayan ve çeşit milletlerin dillerine karışarak aslından Türkçe olan bir dil olduğunu görüyor ve biliyoruz.


Bu konu üzerinde tetkikler yapan Kadri Kemal Kop, eserinde; Zazaların kaçar Türklerinden olarak İran’dan geldiklerini ve Zaza dili yüzde altmışının öz Türkçe olduğunu ve Zaza kelimesinin Türkçede dil anlamına geldiğini hülâsa ederek diyor ki:


“Kürtçe konuşanların maksatlarını ifade ederken en çok Türkçeden istiâne vehemen aynı kelimeleri tekrar ettikleri – dikkat olunmasa bile – derhal fark olunur.”


Satlık, sat, salık, kalınğ, sanık, tanık, yanık, çalık, kaşmer, kışağı, karaç, kançık, katık, kahpe, kop, koşma, kat, kab, kaz, kurnaz, kavaz, kayış, sağdiç, dal, dalda, dalav, damar, demli, dönek, maskara, üskere, tencere, tekere, çor, şor, bor, çeper, çığır, çığ, dernek, örnek, merek, tezek, ipek, kelek, pertek, terek, ölçek, çuval, çavdar, ambar, boz, koz, söz, bora, hora, pun, bum, pümpar, biçim, içim, segiç, seçim, sorgu, burgu, sürgü, suna, turna, güvercin, öredek, gerdek, melek, şepe, lape, berân, derman, yaman, sülük, şar, bar, kent, gedik, hedik, cirit, cil, çil, çimen gibi ve bunlara benzer yüzlerce söz.


Bu halk tanzimat devrinden beri okuma ve medeniyete atılmış ve milli bütünlüğe doğru ilerlemiş, Cumhuriyet devrinde Erzurum, Kiği, Muş ve Elazığ mekteplerinde yüzlerce genç okutmuş ve yetiştirmiştir. 1928 yılında bu halkın bütün köylerinde millet mekteplerine giden yüzlerce vatandaş okuyup yazmayı öğrenmiştir. Bu halkın aydın tabakası ocakları başında ana dil olarak Türkçe ile konuşur ve halkı tenvire çalışmaktadırlar. Yurtlarını ve milletlerini sevdiklerini hararetle söyliyen bu halkın, Varto ve doğu illerindeki Türk neslinin yakın bir süre içinde kendi asaletlerine ve Türk ırkına yakışmayan bu anlaşılmaz dilleri söküp atacaklarını ve ocakları başında eski dilleri olan Türkçe ile konuşarak asırlar önce yapılan bu hatayı düzelteceklerini ümit etmekteyiz.


Türk oğlunun ileride milli birlik ve bütünlükten ayrılmak acısını görmemesi, milli inanından halis kan ve ırkından şüphelenmemesi için Türkçe konuşması şarttır. Bu şart, İslam dinindeki şartlar kadar ve bir Türk için daha üstün bir farzdır.


Varto’da oturan bütün kabileler arasında pek çok eski Türk adları vardır. En çok aşiret boylarında bu adlar görülür. Mesela: Cibranlilerde, torunu, Sincar, Teymur boyları; Lolanlılarda Kaçar, Kacer, Kimsoranda, Karece, Memiş boyları; Hormeklide Karayakup, Pircan-Pircem, Alhas, Zorteymur, Baluşağı, Arslan, Gedik ve Fereşat boyları gibi.



Bugün hâlâ bu halk arasında: Bali, Muşali, Kara-Ali, Gedik, Suli, Levent, Doğan, Keleş, Memiş, Dursun, Tosun, Kurt, Yiğit, Aynal, Aslan, Tek, Koç, Durmuş, Teymur, Karaca, Çenem, Kılıç, Çolak, Çakır, Yaşar, Köçer, Seviş, Karaman gibi erkek adlariyle; Çiçek, Beyaz, Güzel, Güllü, Turna, Suna, Çeki, Sümbül, Gülsün, Gülçin, Fidan, Sevgili, Hatun, Nazlı, Gülperi, Kumru, Elmas, Şüşe, Tezgül, Akcan, Şeker, Sevdalı, Meral, Gazal gibi eski Türk kadınları adları pek çoktur. Cumhuriyet devrinden sonra doğanlar yüzde doksan öz Türkçe adlarla adlanmışlardır.