Varto ikliminin kuzey kısmını tamamen çeviren Bingöl
dağları, 3650 ve 2000 km murabbındadır. Sonbahar ve kış aylarında başı dumanlı
bulunan bu dağlara her yıl ekim ayının başında beyaz karlar yağmış bulunur.
Bingöllere yağan bu karlar her yıl mayısın sonlarına kadar yerde durur. En çok
ocak ve şubat aylarında bu dağlardan kopan heybetli kar kasırgaları ve
fırtınalar, bütün muhiti toza ve dumana büründürür. Ve gök gürültüsünü andıran
bir sesle ilçe köylerine fırtınayı haber verir. Bu fırtına günlerinde kimse
köyden dışarı çıkmaz ve bazan yolda fırtınaya tutulmuş yolcular varsa ya
boğulur veyahut bin müşkülatla kurtulur. Mayıs ayı başında Bingöllerin karları
erimeye başlarken ilçenin her yanından dereler çoşar, silabeler kızıl birer
şerit gibi yanyana akarak derelere dökülür. Bu sırada dağların en yüksek
zirveleri ve dağ etekleri yemyeşil kesilir.
Çeşit Oğuz boylarının, Selçuk, Harzem, Ak ve Karakoyunlu
beylerin eski bir çadır kurağı olan Bingöl yayları doğu illerinin en zengin ve
gönül avlayıcı dağlarıdır. Bu dağların güney eteklerinde: Varto ilçesi… kuzey
eteklerinde: Hınıs ilçesi ve Tatos ilçesinin Gökoğlan bucağının bütün köyleri…
doğusunda: Hınıs merkez bucağıyle Hınıs’ın Halil-çavuş bucağı köyleri… ve
batısında: Karlıova’nın Kurt-yüzü bölgesi ve merkez bucağının köyleri vardır.
Bingöllerin güney kısmındaki dik, ve yüksek ve çıplak
etekleri ve bu eteklerin üstünden düz görünen Bingöllerin sırtı geniş bir ova
halindedir. Bu kısmında binlerce soğuk ve berrak pınar gözelerini fışkırtan
çayı ve çimenli yaylalar vardır. Bu alandaki yaylalardan akan pınar gözeleri
birleşerek yalnız Varto toprağında akan akıntılarda: Mengel, Kasmen, Civarik,
Harik, Sorpalak, Sofyan, Köşkar, Hoşan nehri ve çaylarını teşkil etmişlerdir.
Bingöllerin doğu kısmı, taşlık ve sarp olmakla beraber
aşağı eteklerinde sık pelit, ve kavrak meşelikleri vardır. Bu meşelerin içinden
derin ve korkunç dereler geçer. Bu meşelerden yukarı görünen dağların sırtları
sarp ve arızalıdır. Bu arızalı ve çıplak arazi içinde yer, yer görülen yeşil
çayır kümelerinden ve yalçın kayalardan sayısız pınarlar akar. Bu gözelerden
çıkan tatlı ve soğuk sular, bu kısımda derin ve karanlık dereler ve taşkın
çaylar meydana getirmiştir. Mişko, Şahverdi, Benzer, Kurdu, Gündor dereleri
adını alan bu deli çaylar, doğuya doğru akarak Hınıs ovasından geçip Malazgirt-Bulanık
arasında Heftrenk nehri adıyla Murad’a dökülür.
Bingöl dağlarının kuzey cephesi çok geniş, az meyilli ve
tamamen çayır ve çimenli olmakla beraber, arızalı ve dalgalıdır. Bu kısımda
binlerce göze mevcuttur. Bazan bir çayırdan yanyana kırk-elli pınar akıyor ki,
bunlara (kırk-pınar) adı verilmiştir. Bingöllerin kuzey kısmından çıkan bu
sular ikiye ayrılmıştır. Kuzey doğu gözeleri; Harabe, Suvaran, Karakilise,
Şeytan, Kosan, Güzeldere, Kalecik adlı yedi dere teşkil etmiştir ki, bu taşkın
ve acayip dereler; Hınıs merkez bucağının Çarek köylerinden akarak ilçenin
yanında birleşir, ilçe merkezinin şimal ve cenubundan geçerek Hınıs ovasının
biteceği yerde Bingöllerin doğu kısmından kopup gelen Şahverdi, Zoru deresi
nehriyle birleşip “Heftrenk” adı altında Murad’a karışır. Bu nehir Murad’a
karışırken Murat’tan daha kuvvetlidir. Varto ilçesi alanında Murad’a karışan
sular, ve yine fazlası Bingöllerden çıkan Kığı-Pertek nehri, ve Heftrenk suyu
hesaba katılırsa: Murat nehrinin üçte ikisini yalnız Bingöl dağları teşkil
ediyorlar.
Bingöllerin kuzey ve kuzey batı kısmının Kazangölü, Koğ
ve çşit göllerle Kırkpınarlar ve sayısız gözlerinden çıkan sular, (Şuşar)
Gökoğlan bucağı bölgesinde birleşerek Aras nehrini çok kuvvetli olarak teşkil
ederler. Aras nehrinin menbaı Bingöl’ün Kazan gölüdür.
Bingöl dağlarının batı cephesi tamamen meyilli ve zengin
meralardır. Bu mera ve yeşil çayırların bağrından fışkıran tatlı ve soğuk
pınarlar, Karlıova’nın Kurt-yüzü mıntıkasında Kığı nehrinin fazlasını teşkil
ederler, bu nehrin diğer kolları Şakşak dağlarından kopar gelir. Bu nehir Kığı’dan
geçerek Pertek ilçesi alanında Elazığ ilinin Adiliye köyü önünde Murat nehrine
dökülür.
Bingöl dağlarının bütün pınarları soğuk, berrak ve
lezzetlidir. Bu suya alışmadan bir kimse bir bardak suyu iki üç nefeste içemez.
Buz gibi soğuktur. Bütün gözeler kumdan kaynar. Hiçbir göze yosun tutmaz. Asla
şişkinlik vermediği gibi, hazım ve sıhhat için yegane ilaçtır. Bu dağların
sayısız pınar ve göllerinden ötürü eski Türkler bunlara (Mik-Bulak) yani
Bin-Pınar adını vermişlerdir. Bu ad sonradan Akkoyunlu hükümdarı Uzun Hasan Han
tarafından Bingöl’e çevrilmiştir. Uzun Hasan küçük bir göl kaynağında, bir
ördek yıkıyan hizmetçisinin elinde bu ördeğin sağalarak uçtuğunu ve hükümdarın
bu gölü, göllerin çokluğundan ötürü bulamadığını ve bu suretle bu dağa Bingöl
adını taktığını rivayet edilmektedir. Halen Koğ kalesinin (Koğ Tepesi) önündeki
göller üzerinde sayısız çadır çevirmeleri vardır. Bunların Uzun Hasan’a ait
olduğunu söyleyenler vardır.
Bingöl dağlarının 3650 rakımlı tepesinin başında geçmiş
yüzyılların karanlığı içinde harap bir hale gelen çok eski bir kalenin aşınmış
duvarları vardır. Bu kalenin başında yetmiş yıl önce bir üzüm ağacı kökünün
görüldüğü rivayet edilmektedir. Bu rivayet ve efsanelere göre, binlerce yıl
önce doğu illerine hakim olan bir Türk kıralı, kızının genç nişanlısı ölmüş,
nişanlısının ölümünden artık elini dünyadan çeken kız, babasına yalvararak bu
kaleyi yaptırmış,ve bir kışlık yiyeceğini alarak iki kız hizmetçi ile bu kaleye
kapanmış. Ocak ayında Bingöller korkutucu fırtınalariyle ortalığı çınlatırken
bu kaleden çıkan müthiş seslerden zavallı kız fazla korkarak öölmüş ve yazdığı
kısacık vasiyetnamesinde: “Baba, bilmiş ol ki, ben ne açlık ve ne susuzluktan
ölmedim. Ben dağların heybetli bağırışından korkarak öldüm” demiştir.
Bingöllerin en yüksek noktasında kurulan bu kale
tepesinin seviyesinde sıra ile iki tepe daha var ki, bunların her üçüne de Koğ
adı verilmiştir. Bu tepeler uzun bir keskin sırtın üzerinde birbirinden yarım
saat uzaklıkta kurulmuş yalçın kayalı, uçurumlu ve korkunç tepelerdir. 3650 ve
daha yüksek bir rakımda olan bu tepelere şafakta gidilince güneşin doğuşu
burada acaip bir manzara arzeder. Güneş doğarken bir kara çadır parçası gibi
kara ve heybetli görünür, sonradan yükseldikçe kızıllaşır ve daha sonra
sarılaşır. Yükseldikçe titreye, titreye küçülür bir mızrak boyu kalkınca ziya
saçar ve tabii halini alır.
Kale tepesinin her tarafı ve bilhassa kuzey cephesi 800
metre yüksekliğinde korkunç bir uçurumdur. Bu tepe ile aynı seviyede olan diğer
iki tepeyi on kilometre uzunluğunda olan keskin bir silsile birbirine
bağlamıştır. Bu silsile Bingöllerin üstünden 600 metre yücedir. Bu keskin
silsilenin kuzey cephesi tamamen dik ve sarp bir duvar halindedir. Bu yalçın
seddin kıvrımlarında ve bu kıvrımların kuşattığı dalgalı araziyle uzun ve geniş
çayırlar ve büyük taş çevirmeler içinde yüzlerce göl vardır. Bu göller 15-20
metre derinliğinde 100-200-300 ve 500 metre murabbaında çeşit göllerdir. Bu
göllerin hepsi de birere kaynaktır. Sular soğuk ve lezzetlidir. Her gölden bir
değirmen arkı kadar su çıkar.
Bu göllerin arasındaki geniş çayırların başında, yüzlerce
eski çadır yerini gösteren dikili taşlar ve çevirmeler vardır. Bu göllerin en
büyüğü, meşhur Koğ kalesinin ta burnuna sokulan Kazan gölüdür. Kazan gölü ile beraber
bu göllerden ve kırk-pınarlardan ve diğer gözelerden çıkan sular çeşit
derelerde birleşip Aras nehrini kuvvetli olarak teşkil ederler. Bu sahada
Şuşar, Gökoğlan bölgesi köylerinin otuza yakın yaylaları vardır.
Bu kale silsilesinin doğusunda: Hınıs merkez bucağı
köylerinin yaylaları ve kalenin güneyine düşen Bingöllerin çimenli göğsünde
Üstükran bucağı köylerinin yaylaları vardır. Otuz kırk yayla yeri olan bu
sahanın Karlıova hududuna kadar uzanan kısmı düz bir ova halindedir. Dağın batı
eteklerinde Karlıova köylerinin yaylaları, doğu ve kuzey doğu kısımlarında
Hınıs’ın merkez bucağı ile Halil-çavuş bucağı köylerinin elliden fazla yaylası
vardır.
Senenin yaz aylarında Bingöllerin etrafında bulunan
birkaç ilçenin bütün köyleri, koyun ve sığır sürüleriyle bu dağlardaki
yaylalara çıkarlar. At ılgıları çayırlarda başıboş dolaşır, kırk gün burada
otlayan bir at adeta değişir, ve tanınmaz bir hale gelir. Bunlardan başka Palo,
Viranşehir, Diyarbakır’dan gelen tüccarlar ve Beritali göçebeler yüzlerce aile
ve çadır halkı, sayısız ticaret ve sağın sürüleri, at ve deve ılgılariyle
Bingöl’ün çeşit yerlerine konar, üç ay burada eğlenirler.
Bingöl dağları yaz aylarında birkaç şehir şenliğini
andıran bir varlık ve yaşam diyarıdır. Bu hayat tazeleyici yaylalara çıkan
binlerce ailenin varlığiyle baştanbaşa şenlenen Bingöller; dirilik, esenlik,
güzelliğin canlı bir timsalidir. Yeşil çayırların başından fışkıran inci
bulakların üstünde büyük kara çadırlarını kuran yaylacıların her türlü kederden
uzak yaşamaları ve yıldızlar kadar sık ve ışıklı olan bu yaylalarda zaman zaman
yükselen, düğün ve bar şarkıları, davul ve zurna sesleri, çadır meydanlarında
cirit oynayan gürbüz delikanlıların haykırışları ve bozkırlarda yayım yayan mor
koyun sürülerinin başında tutuşan çobanların kaval sesleri, kolkola takıp koyun
sağmağa giden al, yeşilli gelin ve kızların teraneleri gönülleri sevdaya
sürükliyecek birer şiir levhası gibi füsünkar ve cazibelidir.
SON
Orta Asya Türk TAŞBABALARI Anadolu'da da devam etmiştir...
Türk milletinin ve Türk devletinin, kendi parçası olan
Doğu Anadolu halkına olan sevgi dolu bakışının, rahmetli şair Kemalettin Kamu’nun
“Bingöl Çobanları” adlı şiirinde, erişilmez bir güzellikle âdeta dile getirilmiş
olduğunu görürüz. Bütün manâ yükü ve sevgi yumağı ile onu gönülden paylaşıyor,
son iki mısraını Doğulu Türklerimize armağan ediyoruz:
“Gönlümü yayla yaptım, Bingöl çobanlarına;
Bingöl
yaylalarının, mavi dumanlarına.”
Prof.Dr.Mehmet Eröz
Doğu Anadolu’nun Türklüğü
İstanbul, 19 Ocak 1982
Doğu Anadolu'nun Türklüğü kitabının önsözü:
"Hoca 1965’de yazdığı “Kürtlerin Menşei ve Türkmenlerin
Kürtleşmesi” (İ. Ü. İktisat Fak. Sosyoloji Konferansları, Beşinci Kitap, 1964-1965)
adlı makalesindeki “Kürtleşen Türkler” kavramını kullanmış. Bu kavram hakkında
hiçbir eleştiri ve yorum gelmemiş olmakla beraber, kedi araştırmalarıyla konu. Hasan
Hayri Bey ve M. Şerif Fırat gibi, Ziya Gökalp de ‘Kürtleşme’ hâdisesinden
bahseder…
“Vaktiyle biz de aynı şekilde, bir ‘Kürtleşme’
hâdisesinden bahsediyorduk. Fakat sonraki araştırmalarımızın ışığında, bu
kültür değişmesine, böyle bir karşılık bulmanın doğru olmadığı kanaatına
vardık... Bundan dolayı biz bu vetîreye (prosese), ‘Yabancılaşma’, ‘Türkçeyi
kaybetme’ adını veriyoruz demiş. Eğer hoca “Kürtleşen Türkler” makalesini, yazdığı
yıllarda tartışma olmuş olsaydı, belki de görüşlerini değiştirmek için on yıl bekleyemeyecekti.”
Temel kavramlardan biri olan “millet” ile “ırk”
kavramlarının ne olduğu karıştırılmaktadır. Oysa bu kavramlar gayet açıktır, “millet”
sosyoloji ve tarih, ırk ise biyoloji kaynaklıdır. *
Bu satırların yazarı yirmi dört Oğuz boyundan biri olan
Avşarlar’ın (Türkiye’de nüfusu en büyük olan boy) Torunlar oymağındandır. Bilindiği
gibi Avşarlar, Oğuzların dışa en kapalı boylarından biridir. Torunlar ise
Avşarların Bey grubundan olup, Avşar boyu içinde dışarıya en kapalı olan
oymaktır. Buna rağmen Türkiye’deki Torunların bir kısmı Zazaca, bir kısmı
Kürtçe, bir kısmı Türkçe konuşmaktadır. İnanç olarak bir kısmı Sünnî, bir kısmı
Alevîdir. Diğer yandan Van’da yapmış olduğumuz bir araştırmada Kürtçe ve Türkçe
konuşan Torunların, köklerini Nâdir Şah’a bağladıklarına şahit olmuştuk.
Bunlardan Kürtçe konuşana göre Nâdir Şah bir Kürt beyi, Türkçe konuşana göre
bir Türk beyidir. Tarihî kayıtların açıkça ifade ettiğine göre Nâdir Şah İran’da
“Avşar Devleti” adıyla devlet kurmuş olan bir Avşar beyidir. Avşarlardaki bu
sosyal yapı özelliği Beydili, Döğer gibi diğer boylarda da görülmektedir. Yani
bu boylardan olan bazı oymak veya aşiretlerin durumu Torunlardan farklı
değildir.
Bu durumdan haberdar olmayan ya da olmak istemeyen, fakat
insanlara konuştukları dilden hareketle kimlik pazarlayan, “etnik kimlik
inşacıları”nın nasıl bir kimlik hazırlayacakları merak edilmeye değer."
Mustafa Aksoy
Fatih/İstanbul, Ekim 2015
“Kendilerini Kürt sananlar, kendilerine bir sorsunlar:
Neden Fars değil de Türk kültürünü kullanıyoruz?”
Sanat insanların ve sosyal grupların fiziki-sosyal
dünyayı algılama ve yorumlama tarzıdır. Başka tabirle sanat duygu ve aklın
ürünü olan gelenektir. Gelenekler ise mitolojik ve tarihte kökleri olan yaşama
sürecini ifade eder. Sosyal bilimler yapıları gereğe siyasal düşüncelerle yakından
ilgilidir. Mesela bir araştırmacı ne kadar bilim için bilim yapsa da onun
bulgularını birileri istediği takdirde rahatlıkla siyasallaştırabilir.
Çünkü tek tip eser okuyanlar, sadece okuduklarını gerçek
sanıp, haberdar olmadıkları ya da sahip oldukları bilgilerin dışındaki farklı
görüşlerle ilmi bilgilerin siyasallaşmasına sebep olabilirler. Mesela Bender,
bir bilginin siyasallaşması konusunda önemli iddialarda bulunarak şöyle der:
“Tanınmış halı bilginleri de halı ve kilim
dokumacılığının Kürtler tarafından icat edildiğini, İranlılarla Türklerin bu
sanatı sonradan Kürtlerden öğrendiklerini öne sürmektedirler… Halı ve kilimin
vatanı Zağros yöresidir…Kürt halıları geometrik desenli halılar ve çiçek-bitki
desenli halılar olarak iki büyük grupta toplanır.”
Bender’in bu görüşü, konu hakkında ilmî çalışmalar
yapanlarca doğrulanmamaktadır. Çünkü halı, kim ve benzeri dokumalarda
kullanılan geometrik, yani simetrik örneklerin Türklere, çiçek ve bitki, yani
asimetrik örneklerin ise Farslara ait olduğu konunun uzmanlarınca kabul
edilmektedir.
Pazırık Kurganı’ndaki buluntularda at üzerindeki askerin
pantolon giydiği, (Hint-Avrupalıların pantolonu M.S. V. asırdan itibaren
giymeye başlamışlardır.) halıdaki geometrik damgalar ile atın koşum şeklinin
Hint-Avrupalı hakların kullandıklarıyla ilgisiz olduğu yapılan basit bir
araştırma ve karşılaştırmayla dahi anlaşılır.
İskit’lere ait olduğu söylenen arkeoloji ve etnografya
eserleri üzerindeki damga ve süslemelerin Türklerin otantik damga ve süslemeleriyle örtüşmektedir.
Görsel kaynaklar üzerindeki damgaların, nasıl ve hangi
şartlarda Doğu Türkistan’dan yola çıkarak, Altaylar’da, Damal’da,
Çamlıhemşin’de, Isparta’da, Balıkesir’de ve benzeri Türk kültür coğrafyasında
görülmelerini izah etmek zorundadırlar.
Sonuç olarak, bu damgalar Türk tarihin bilinen kadim
dönemlerinden günümüze kadar gelmişler ve taşıdıkları anlamlarla tarihe
şahitlik etmişlerdir. Çünkü onlar başka halkların geleneksel, yani otantik
kültürlerinde yoktur.
"Tarihin Bilinen İlk Pantolonundan Türkiye’ye Gelen
Damga"
Mustafa Aksoy / devamı
Türk Dünyası Tarih Kültür Dergisi, Sayı 346, 2015
* Ve bizlerde Beyaz Irk
dedikleri Kafkas Grubuna gireriz, yani onların deyimiyle ARYAN'ız. Hiçbir şekilde ne Rus ırkı, ne İngiliz ırkı,
ne de Alman ırkı ... vardır. Türklerde millettir, Ruslarda, İngilizlerde, Almanlarda... ama Türkler çok boylu
bir millettir, işte batılıların anlamadığı şey budur…. SB.
Gerçeği Görenlere...